Ekim 28, 2012

sanat eleştirisi

Bu aralar taktığım araştırmalara giriştiğim bir mevzu sanat eleştirisi. 40 fırın ekmek yemem gerek lisans hayatımı içip sıçıp gezmekle geçirdiğim, zihinsel/fikirsel olarak ilerlemeler kaydetmiş olsam da bilgi açısından gerekli yolu kat etmediğim için ama insan neler yapar isteyince, bu bi şey değil düşününce.

Şu blogta çok güzel anlatmışlar ayrıntılarıyla http://sanatelestirisi.blogspot.com/2012/03/sanat-elestirisi-nasil-yazilir-sanat.html

 Sanat tarihi bilmek lazım bi kere, estetik nedir, güzellik nedir, çirkinlik nedir, hepsini bilmek lazım. En başta sanat nedir onu uzun uzun bi düşünmek lazım. Bu iş ciddi bir iş, birsürü terimleri, yaklaşımları, alanları olan bir iş. Hepsini öğrenmek öyle kolay değil. Gözüm çok korkuyor ama denersem en fazla başarısız olurum. Denemezsem bi bok olmaz.

Kendini gaza getirmeye çalışmak.

Başkası getirmiyor ne yapayım?


Ekim 25, 2012

ÖLMEK

Yarın kendinizin öleceğinizi öğrenmeniz mi daha çok tedirgin ederdi sizi yoksa bir tanıdığınızın öleceğini öğrenmeniz mi?

Üzüntü yerine tedirginlik hissi olduğunu varsaydım ölümle ilgili duyulanın, çünkü üzülmek için konu hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak gerekiyor sanki.

Ölüm.

Bir büyük-ihtimalle-bilemeyiz-ama-herhalde-yokçu olarak cennet cehennem opsiyonları arasındaki bilinmezlik değil, bir ya hepsi buysa diye bir de ya devamı varsa diye düşünüp tedirgin oluyorum. Her ikisi de ayrı ayrı tedirgin edici. Hepsi buysa doğumumdan ölümüme kadarki yaşantılarımın neredeyse hepsi boşuna demektir. Para, aşk, eğitim, aile, her şey. Baştan sona her şey. Olacak şey değil! Diğer yandan bedense tek tükenen ve farklı bir kıvamda bir şeyler devam edecekse nasıl katlanılır böyle bir şeye?

Yazmaya başlarken asıl aklımdakiler tam olarak bunlar değildi aslında.

Diyelim ki yarın öleceksiniz. Nasıl bir his kaplar içinizi? Tam olarak yüzde yüz bir sıkıntı vereceğini sanmıyorum bu bilginin. Biraz da heyecan verici bir bilgi sanki. Bu dünyada yaşamaktan inanılmaz keyif alan ve sonsuza kadar bu şekilde yaşamak isteyen biriyle hiç karşılaştınız mı? Sanmıyorum.

Yarın öleceğim. 

Önümüzdeki ay ne fatura, ne kira, ne sınav, ne saç boyası, hiç biri yok. Yarın akşam yemekte ne yesem diye düşünmeyeceğim. Yere dökülen yemeği toplayıp yeri temizlemek de yok. Mezun olunca İspanya'ya gidebilmek için şimdiden ne yapsam diye düşünmeye, yapmam gerekenleri yapmama hiç gerek yok. Hiç söyleyemediğim üç beş şey varsa ve şu an söylemem fiziki olarak mümkünse onları söylerim. Yapmak istediğim fakat yapamadığım, ertelediğim şeylerden mümkün olanlarını yaparım. Biraz ağlarım gerginlikten, şaşkınlıktan, hayal kırıklıklarımdan belki. Sonra elimdeki zamanı değerlendirmeye çalışırım.

Yarın öleceksin.

Bir daha asla olmayacaksın. Sana düşkünsem seni özleyeceğim. Tamam, ama mesele bu mu? Tam olarak değil. Sen yarın öleceksin. Peki ya ben? Ben ne zaman öleceğim? Belki yarın, belki beş ay sonra. Daha elli yılım mı var, bilmiyorum. Bilmemek kemirecek içimi. Bu ay kazandığım parayı acaba tamamen keyfime göre mi harcasam yoksa bir kenara atsam mı bir kısmını? Bu gece çok sevdiğim insanlarla çıkıp içsem, bayıldığım insanla sevişsem. Bunları ertelemesem yarın sabah erkenden uyanıp derse gideceğim diye.

Bu öğleden sonramı hastanede film çektirip test sonuçlarımı bekleyerek mi geçirsem yoksa adaya gidip yarı soğumuş denize bacaklarımı sokup su belime gelince çığlık atarak geri kıyıya kaçsam da kahkahalara mı boğulsam?

İnsan nasıl bu hale geldi? Hep mi böyleydi? Nasıl kabullendik kendi kendimize işkence etmeyi? Bir ömür, ölümden korkarak yaşamak. Ölüm korkusuyla, imkansız olduğunu bile bile ölümden kaçabilmek için her şeyi yapmak, fakat daha fazla paraya, mala mülke sahip olmayı esas amaç edinmek, toprağın üstüne binalar dikmek, şık giyinmek, işe yetişmek, saygınlık kazanmak, trafikte saatler geçirmek ve tüm bunları öleceğini bilmene rağmen yapmak. Ne tür bir zavallılık. Bir tek zamanı kestiremediğimiz için mi bu telaşlar?