Son zamanlarda ne popüler
oldu değil mi memlekete dönüş? Büyük şehirlerden darlanan insanlar ailesinin
yaşadığı küçük şehirlere dönmeyi istiyor. Ve bunu öylesine değil, gerçekten
planlıyor, hayal ediyor, deniyor. “Hadi, gel köyümüze geri dönelim” demeye
başladı herkes İstiklal’de, Kızılay’da, Kadıköy’de içip içip... Eskiden böyle
miydi? Değildi.
Belki köyümüze değil ama daha
küçük, daha samimi mahalleleri olan memleketlerimize gitmek ve ailemizle zaman
geçirebileceğimiz hayatların özlemini çekiyoruz. Artık metrobüste fordlanmak,
iş dönüşü trafiğinde saatler geçirmek, kazandığımız paranın en az yarısını
kiraya ve faturalara yatırmak istemiyoruz. Ailemizden bu kadar uzak kalmak,
onlarla ayrı dünyaların insanları olmak istemiyoruz. Daha az kazanalım ama
kafamız rahat, bedenimiz daha az yorgun olsun; boş zamanlarımız olsun ve o
zamanları bir şey okumak, bir şey üretmek, belki yan gelip yatmak ya da spor
yapmak için kullanalım istiyoruz.
Çok şey mi istiyoruz, hocam?
Bıktık. Kelimenin tam
anlamıyla bıktık. Bizim yaşımız geldi diye böyle istiyoruz, herkes bu yaşlarda
böyle ister sanıyordum bir ara (yaş 27) ama internette dönen köye dönme
haberleriyle birlikte bunun çağın bir yönelimi olduğunu fark ettim. Ne oldu
bilmiyorum tam olarak eskisinden farklı olarak. Yine de yönelim ortada. Yarı
şaka yarı gerçek; herkes maruz kalmıştır ya da yapmıştır herhalde bu muhabbeti.
Peki, sonunda ne oluyor?
Dönebiliyor muyuz köyümüze?
Yo.
O işler öyle kolay değil,
tatlı kız. Tam diyoruz ki, “Her şeyi ayarladım. Bekle beni küçük şehir hayatı!”
Dannnn! Cevap gecikmiyor ve bir çocukluk şarkımızın daha ne büyük bir yalan
olduğunu anlıyoruz.
“Gitmeseeek dee görmeseeek
deee
O köööy bizim
kö-yü-müüüz-düüür
La la la laaa laaaa”
Yo, tatlım. O köy, baştan
beri hiç bizim olmamıştır aslında. Köyün sahibi de sakini de bellidir. (Köy
derken kastettiğim, gerçek anlamıyla köy değil tabii. Köy, kasaba, şehir,
büyükşehir... Ailemizin yaşadığı, bizi biraz olsun dingin hayat hayallerine sürükleyen
o yeri kastediyorum.) Neden böyle kalabalık bir kitle olarak kaçmak istedik
İstanbul, Ankara’dan bilmiyorum gerçekten. Ne olursa olsun güvenecek bir yer mi
aradık bizi yoran ülke siyasetinden ve gittikçe muhafazakarlaşan toplumdan
kaçmak için? Sürekli artan kiralar ve artmayan maaşlar karşısında bedensel ve
zihinsel yorgunluğumuzu biraz olsun atmak için ‘bildiğimiz bir yerlere’
gidesimiz ve ana-babamızın dizine başımızı koyasımız mı geldi? Yoksa kalbimiz
mi kırık biraz sürekli dışlanmaktan ve güçlü kalmaya çalışmaktan? Birçok
arkadaşımızın gerek şimdi gerekse ileride yalnız kalmak istemediği için evlenme
yöntemini denediğini biliyoruz. Bunun işe yararlılığını tartışmak gibi bir
niyetim yok şimdi. Ama evlenenlerin büyük bölümünün bu amaçla evlendiğini
biliyoruz, değil mi? İşte, diğer
evlenmek istemeyen (şimdilik ya da asla) kitle biraz olsun dinlenmeye ve yalnız
olmadığını/olmayacağını bilmek istiyor bir süreliğine de olsa. Memleketine
dönmeyi istiyor. Öyle gibi sanki. Ben de bu kitleye dahil biri olarak, yine de
bilmiyorum bu isteğimin sebebini.
Her neyse, peki sonra?
O pembiş hayaller yavaş yavaş
bozulmaya başlıyor. Çünkü memleketimize dönünce nasıl bir çıban gibi herkesi
rahatsız ettiğimizi anlamaya başlıyoruz. (Direkt biricik özne gibi yazmak
istemiyorum bu kısımları. Çünkü duyduğum, dinlediğim hikayeler de bu
anlattıklarımı destekliyor.) Bulunduğu deriyi geren, beslendiği kişiyi de
rahatsız eden bir çıban gibi hissetmeye başlıyor insan, huzur bulayım diye
gittiği o ‘küçük’ yerde. Herkesle mutlu mesut bir hayat hayalleri kurarken,
herkesin aslında ona nasıl da sadece uzakta yaşadığı sürece onay verdiğini fark
ediyor. Uzaktayken “Tamam, anladık, sen de böyle bi insansın.” “Hak hukuk bi şeyler
kovalıyosun. Çok güzel.” “Biseksüel olabilirsin, öyleysen, öylesindir. Ne
diyebiliriz?” diyenler işler değişip de birlikte yaşama fikri ortaya atılınca bir
kımıl kımıl olmaya başlıyor. “Yani, tabi senin giyimine kimse karışamaz AMA bu
şorta bizim muhit alışık değil.” “İstanbul’da istersen sabaha kadar kal, bi şey
olmaz AMA burda kızların çok geç kalmasına kimse alışık değil.” “Bence sen
burda yapamazsın.” Bu senin yanında huzur bulmak için geldiğin kişilerin seni
çok da kırmadan “Git” deme şeklidir.
“Git, çünkü senin yanında
olmak ve sana destek olmak beni yoracak.” “Git çünkü elalem ne der sen burda
hak hukuk peşinde koşarsan?” Evin içinde, sokakta, otobüste uzaylı görmüş gibi
bakmaya başlar sonra sözüm ona rahat edeceğin yerdekiler. Başta küçük bir
dikkat çekme çabası sandıkları LGBTİ+ ya da feminizm muhabbetleri, kendilerine
yönelince “eeh yeter be” diyiverirler. İlk zamanlar sana nezaketen “afedersin
ibne”, “kız gibi, ama anlıyosun ne demek istediğimi” gibi laflar edip
lütfettiklerini sanır. O işlerin senin için öyle yürümediğini, meselenin böyle
basit olmadığını anlayınca tavırlarıyla “amaan nerden geldi bu huzurumuzu
bozdu” diyiverirler. Belki bi yerden sonra açık açık bile derler. Hiç belli
olmaz.
Marjinalleştirilir ve
komşularla takılıp kısır yapmak istediğin o yerden dışlanırsın. “Oh memleket
bee” diyerek geldiğin yerde ne kadar da yabancı olduğunu hissedersin. O çok
özlemini duyduğun yer ile bağlantı kurmak istediğin her an ağzına vurulduğunu
fark edersin. Bazen paranoyak varsayılırsın. Bazen “sen de iyice dellendin”
derler. Ama en sonunda; tam bir haymatlos hissiyle kalıverirsin ortada.
Tarkan’dan “Başkası olma
kendin ol böyle çok daha güzelsin ya gel bana sahici sahici ya da anca
gidersin”i dinleyerek geldiğin yollardan “babamız bizi sevmedi, çirkiniz,
çirkiniz” dinleyerek geri dönersin.