Temmuz 28, 2010

The Tudors



Tarihi sevdiren dizi. Şiddetle tavsiye ederim. İngiltere ve İrlanda Kralı Henry VIII'den bahsediyor. Henüz çok fazla izlemediğim için çok yorum yapamayacağım ama iki yıldır okulda öğrendiklerimin çoğunu gördüm. Thomas More, Anne Boleyn ve daha bir sürü İngiltere tarihinden ve edebiyatından bildiğimiz kişiler de dizide yer alıyor. Henüz o kadar izlemedim ama sanırım Elizabeth I'i de göreceğiz çünkü kendisi Henry VIII ve Anne Boleyn'in kızı.

Temmuz 27, 2010

Ferzan Özpetek'in Serseri Mayınlar'ı




Ferzan Özpetek çok aşina olduğum bir yönetmen değilse de çok övülen filmi Serseri Mayınlar (Mine Vaganti) izlemeden edemediğim bir film oldu. Aslında bir eşcinsel filmi olduğunu düşünerek izlemeye başlamama rağmen, çok geçmeden bu filmin ilişkiler üzerine bir film olduğu hissine kapıldım.

İçinden gelen hayat ve uygun görülen hayat arasında sıkışmış insanları izliyoruz filmde. Hayatı gönlünce yaşamak bir yana hislerini açığa vurmak bile ne kadar zor bir kez daha anlıyoruz. Nitekim hepimiz benzer durumlarla karşılaşıyoruz. Gayet masum hislerimizi bile kendimize saklıyoruz. Ve bunu bir tercih olarak değil başka şansımız olmadığından yapıyoruz.


Filmde olanlardan örnekler vermek istemiyorum. Tamamının sürpriz olması daha keyifli olacaktır herhalde. En temel haliyle film, istediğimiz hayatı yaşamak için bir şeylerden vazgeçmemiz gerektiği ve mutlu olmak için de buna cesaret etmek zorunda olduğumuzu anlatır.

Film üzerine bir kaç tane de link vermek istiyorum:

http://www.eksisozluk.com/show.asp?t=mine%20vaganti
http://www.minevaganti.net/mine.html

Şimdiden iyi seyirler herkese!

Temmuz 24, 2010

Lisa Hannigan

Huzur ve enerjiyi aynı yerde mi arıyorsunuz? O zaman lafı uzatmayıp size Lisa Hannigan'ı tavsiye ediyorum. Bir link'le de işinizi kolaylaştırıyorum. Güle güle dinleyin=)

Not: Link'e başlığa tıklayarak ulaşabiliriz sanıyorum.

Temmuz 23, 2010

I am a Cyborg but Thats OK!


http://www.imdb.com/title/tt0497137/

Geçtiğimiz günlerde okulun bahçesinde kurulan açık hava sinemasında izlediğim güzel film. herkese tavsiye ederim.

Modern dünyanın insanlar üzerine etkisi çok çarpıcı bir şekilde anlatılıyor. İnsanlar yok olma korkusunu bile yaşıyorlar filmi yapanlara göre ki insanların yok olmamak için suç işlediklerini görüyoruz. Aslında herkes önemsenmek istiyor başka bir şey değil. Biz önemsememeye devam ediyoruz, çabalar artmaya... Filmde insanların bazen onu görmediğini sanan bir akıl hastası var. Bu izleyiciye modern dünyanın insanları hissizleştirdiğini, makinalaştırdığını hatırlatıyor. Dünyaya tepkisizleşen insanların kendisinin farkında olmadığını düşünüyor karakter.

Bu akıl hastanesinde insanlar aslında toplumdan uzak yaşıyor gibi gözükseler de bağlarını tam olarak koparmış değiller. Ancak bu toplumun biraz kısıtlayıcı yönü olduğunu düşünmeden edemiyoruz. Çünkü, sayborg olduğunu düşünen karakter çok sevdiği büyük annesini hayalinde halata bağlı olarak görüyor. Topluma bağımlı bir karakter büyükanne. Oysa akıl hastanesinde insanlar oldukça özgürler. Ve topluma bağlı olan bu kişilerin her istenenin söylenmemesi gerektiğini düşündüğü açık bir şekilde dile getiriliyor.

İşte I am a Cyborg but That's OK! böyle bir film. Romantizm de içerdiğini belirtmekte fayda görüyorum bunların dışında. Herkese farklı şeyler hissettirebilecek bir film. Ve aynı zamanda çağa da ayak uyduruyor.

Bu arada film bir Güney Kore filmi. Türüne romantik komedi diyenler olmuş ama bence daha fazlası... İzleyip siz karar verin.

Temmuz 21, 2010

bay bay

hiç hayatınızı uzaktan izlediniz mi? öyle kendine uzaktan bakmaktan söz etmiyorum. böyle bildiğin napıyorum lan ben dediğiniz anlar.

kendinizden uzaklaşmışsınız ve başkalarını mutlu ediyorsunuz sadece. ruhunuz uzaktayken kendinize ulaşamıyorsunuz ama insanların tek ihtiyacı ilgi ve görüntü olduğundan onlar hep ulaşırlar size. farkına varmazlar genellikle ruhunuzun uzaklara yol aldığını. farkında olsalar da çaktırmazlar. rahat olun...

yaşadınız mı siz de böyle anlar?

kendi kendinize heyy ben buradayım. ne işin var o insanlarla gel bi çay falan içelim, olmadı kadeh tokuşturalım dediniz mi?

umarım hayır, ne saçmalıyorsun diyorsunuzdur..

neyse sevgiler, saygılar.

Temmuz 13, 2010

Albert Camus ve Yabancı'sı


Albert Camus, Yabancı'da, kendine bir anlamda dışarıdan bakan bir insandan söz ediyor. Bu insanın soy adından ötesine geçemiyor, ismini öğrenemiyoruz. Bu ayrıntı Camus'nun aslında herkesin bu insan gibi olduğunu söylemek istediğini düşündürüyor. Aslında herkesin bu "absürd" felsefeye malzeme olabileceği düşüncesi hiç de absürd bir durum değil. Hepimiz zamanın hızına yetişemeyerek tökezliyoruz. Bazen ayakkabılarımız aşınıyor yetişmeye çalışırken ve canımız yanıyor, zamanla nasırlaşıyor ve hissizleşiyoruz. Aslında bu kitapta anlatılanlar hiç de gerçek dışı değil.

Camus insanların hayatlarının kontrolüne sahip olmadığını düşünüyor olsa gerek ki hepimiz bir şekilde yaşıyor olmamıza rağmen bunun bile bizim seçimimiz olmadığını farkettiriyor.

Karakter olaylar geliştikçe kendine ve hayatına öyle yabancılaşıyor ki şu sözler geçiyor aklından: "Benim davamı beni işe karıştırmadan çözümlüyor gibiydiler sanki. Her şey, benim araya girmeme kalmadan geçip gidiyordu. Düşüncemi sormadan kaderimi karar altına alıyorlardı.

Karakterin içinden bazen tepki göstermek gelse de, daha sonra, hayat ve yaşananlar ilgisini çekmediği için gerek duymuyor. Diğerleri hiç durmadan konuşurken o zamana yetişemiyor. Tepkisizleşiyor her zaman ilgisini çeken Maria'ya karşı bile. Karakterin zamanla aşınmasına apaçık tanık oluyoruz. Biz onun hayatına girmeden önce başka kişilere ya da şeylere karşı hissizleşmiş olan karakter gözlerimizin önünde daha da yabancı haline geliyor. Her satırda daha az tanıyoruz onu.

Camus ayrıca insanların insanları nasıl da ötekileştirdiğini ve eleştirdiğini çok açık bir dille anlatıyor. Yargıç mahkeme sırasında toplumdan, herkesten farklı olmakla suçluyor adeta karakteri. Annesinin ölümüne üzülmemesini suçmuş gibi yüzüne vuruyor. Toplumun temel kurallarına saygı göstermediğini ve tepki vermekten yoksun olduğunu ilan ederek suçluyor onu. Herkes gibi olmayanı toplumda nasıl dışladığımızı en gerçek haliyle, çok da dolambaçlı olmayan bir halde gösteriyor bize.

Kitabı böylesine etkileyici yapan aslında çok gerçekçi olduğu. Belki de kabullenmek istemediğimiz makinalaştığımız gerçeğini yüzümüze vurduğu için rahatsız oluruz. Bu kadar doğal bir hikayenin, hayatın ve ilişkilerin saçmalığından söz etmesinden hoşlanmayız. Çünkü her sabah uyandığımızda genellikle çok da kafa yormadan aynı şeyleri yapmaya devam ederiz. Farklı olmak korkutur. Hatta bilmek bile korku verir. Bilinçsiz yaşamanın rahatlığı varken bu kitabın gerçekleri açık açık anlatması hiç hoş değil.

Temmuz 11, 2010

Adam3

Bazı adamlar vardır kalp kırar, can sıkar. Aslında her türlü adam böyledir ama karşı tarafla etkileşime geçince anlam bulur insanlar biraz da. Bahsettiğim adamların bazıları şanslıdır onlara katlanacak diğer adamları bulabilirler hayatlarında. O zaman sıkıntı yoktur aslında herkes halinden memnunsa konu üzerine düşünmeye çok da gerek yok.

Bir diğer şanslı grup da kendinin farkında olmayanlardır. Zaten bilinçli olmayan insanın kendini kötü hissetmesi gibi bir durum da söz konusu değildir aslında.

Bardak kıran çocuğun ve bardak kıran 30 yasında bir adamın hisleri farklıdır. Çocuk mutlu bile olur çıkardığı sesten. Garip şey. Nitekim bilinç önemlidir. Hayati bir parçamızdır hatta. Kalp kırdığını, can sıktığını kendiliğinden bilirse adam zamanla kalp kırıkları azalabilir.

 Konuyu bir yere bağlayacak da değilim aklıma geldi yazdım.

Temmuz 07, 2010

Adam2


adamın gözlerinin kıvrımındaydı heyecan. ruhu ateşledikçe kendini, artardı kıvrımlar. içini gösteren 8 10 çizgiden anlaşılan, pek de genç değildi. ama artan çizgiler gençleştirirdi adamı. o zaman bilirdi diğerleri; adamın ruhu hala içindeydi.

Adam1


Adamın oturuşundaydı hüznü. Ayaklarının kıvrılışı anlatıyordu, ele veriyordu tüm ruhunu.İnsanlığa yabancıydı ama hemen önünden geçenler üstün değildi ondan.


Oturuşu belli etti; farklıydı diğerlerinden.
Belki de diğerleri farklıydı ondan.

Temmuz 03, 2010

Yabancılaşma



İnternette karşılaştığım bu resim bence çok güzel anlatmış yabancılaşmayı. İnsanın kendine yabancılaşmasını apaçık gösteriyor. İnsanın içinde iki insan biri kendi isteklerine zevklerine sahipken diğeri kendine bir yabancıymış gibi bakıyor. İkisi de şaşkın. Bir kafada iki düşünce. Bir bedende iki ruh burun buruna. Kucaklaşamayacak kadar şaşkınlar. Belki de farkında bile değiller olan bitenin.