Ocak 12, 2013

Hikaye - Bölüm 3


Asansörden inmeden önce son bir kez aynada kendini süzdü. Her şey yolunda gözüküyordu. Sonuçta ilk kez işe başlamıyordu. Panik yapacak ne vardı ortada? Asansör kapısı açıldı. Uzun bir koridor… Kapıların üzerilerindeki isimleri okuyarak ilerledi. Kaç kapı geçti bilmiyordu. Bazıları açıktı. Gülümsedi içeridekilerle her göz göze gelişinde. Kapalı kapılarla ilgilenmeden devam etti ve sonunda işte aradığı kapıyı buldu. Tam karşısında. Derin bir nefes… “Ding, dong!” Kapıya öyle çok yanaşmıştı ki kapı açıldığında karşısında duran yeni iş arkadaşıyla burun buruna geldiler. İkisi de gülümseyerek geriye doğru bir adım attı.

Kendini tanıttıktan sonra, yeni iş arkadaşı ona bundan sonra kullanacağı masayı gösterdi, ofisi gezdirdi ve birkaç kişiyle tanıştırdı. Her şey güzel gidiyordu. Bu şen şakrak kadın ilaç gibi gelmiş, bütün stresini almıştı. Gülümseyerek yerleşti yerine. Adının Şebnem olduğunu öğrendiği bu kadın, ondan beklenenleri anlatmış, yapılan işi açıklamıştı. Bundan sonrasını bir sürelik tek başına idare etmeliydi. Etti de. Çıkışa 20 dakika kala Şebnem tekrar geldi elinde iki kahveyle. Uzattı birini ve son derece içtenlikle gününün nasıl geçtiğini sordu. Sesinin iletildiği yere neşe saçan bir kadındı Şebnem ve varlığı bütün gerginliğini almıştı kahramanımızın.

Ertesi sabah otobüste işe doğru ilerlerken kitabını okuyordu. Bir şiir kitabıydı galiba. Kendi kendine kafiyeleri melodileştiriyor, içinden daha da keyifli hale getiriyordu şiirleri. İçten serenadını tam bitirmişti ki başını kaldırdı, bir adamla – otobüste karşılaşılabilecek herhangi bir adamla göz göze geldiler. Gülümsendi karşılıklı. Bu aralar ne iyiydi tüm insanlar. Ne güleç, ne enerji vericiydi. 

Ocak 02, 2013

OKTAY AKBAL’IN GERÇEKÇİLİĞİ


Oktay Akbal’ın dönemine göre aykırı sayılabilecek romanı “Suçumuz İnsan Olmak” insanların kendileriyle ve birbirleriyle olan ilişkileri üzerinden kurgulanmıştır. Okuyucu bir süre romanın içinde geçen olayların heyecanına kapılıp yanılgıya düşebilirse de romanın anlatmak istediği öncelikli mesele toplumun ürettiği, inandığı normlar arasında bireylerin nasıl sıkıştığı ve kendi hayatlarına nasıl yabancılaştığıdır. Romanın daha üçüncü satırında hayal etmekten bahsedilir; fakat roman hayallerin insanı yanıltabileceği ve gerçeklerin hiç umulmadık olabileceği mesajıyla sona erer.

Akbal’ın romanına aykırı demek mümkündür çünkü yazar ilk gerçekçi Türk romancılardandır. Ne klasik ne de romantik bir metin ortaya koymuştur. Akbal, gerçekçi bir yazar olduğundan, günlük yaşamı bilimsel bir tutumla inceleyerek olay örgüsünü mümkün olduğunca nesnel şekilde sunar. Bu yüzden de betimlemeler romanda önemli yer tutar. Romanın ilk cümlesi dahi romanın gidişatı üzerine çıkarımlar yapmamızı sağlayan ipuçlarıyla dolu bir tasvir cümlesidir;

“BİR
Hep o pembe soluk perdeler.”

“Bir”, çünkü bir nesneldir. Bu romanda gerçekleri göreceğiz ve bu nedenle roman böyle başlar. “… pembe soluk perdeler.” ilk cümlenin can alıcı tasvir öbeğidir. Sonunda hayallerin ardında saklı olan gerçeğe ulaşacağız. Perdeleri açacak ve aydınlanacağız. Gerçekleri bulacağız.

Bu iki karakter hayatlarından hayallerine kaçmak isterler çünkü hayatın renksizliği iç dünyalarındaki gökkuşağıyla çatışmaktadır ve onlar bu çatışmasının ortasında göz göze gelirler. Bu karakterler sokakta, okulda, hatta aynada gördüğümüz insan olabilir. Romanı bu kadar vurucu yapan da romana okuyucunun kendini dahil edebilmesidir. Ta başında roman aşkın, duyguların göz boyaması gibi okuyucuyu kandırır. Nedret ve Nuri’nin göz göze gelmeleriyle başlayan ve karmaşık olaylarla devam eden romanın aşk hikayeleri bir illüzyondur. Asıl mesele toplumların yarattığı kurguların içinde nasıl hissettiğini, ne düşündüğünü bile apaçık algılayamayan bireylerin kendilerine yabancılaşmasıdır. Hayal ettikçe daha da kaybolurlar yabancılıklarının içinde.

Onlara asıl acı veren, belki de onlara dayatılan evlenme, aile kurma gibi normları sürdürme zorunluluğudur. Bu normlar onların özgürleşmek için yanıp tutuşan karakterlerine taban tabana zıttır. Fakat bu normlar bilinçaltlarına öyle sistemli bir şekilde dayatılır ki fark etmeleri için daha çok çırpınmaları gerekecektir. Bu yüzden de İstanbul’da, yani ait olmadıkları bir yerde, bir nevi onlara baskı uygulayan ve gözlerini kör eden normlardan kaçmışken gerçeği görürler. Burada tecrübe ettikleri aydınlanmanın sonunda, sorunlarının aslında birlikte yaşadıkları eşleri değil, onlara öğretilen duygulanımları olduğunu fark ederler. Nedret’in söylediği gibi aşk değildi yaşadıkları yalnızca birbirlerinde benzer türden yalnızlık hissi keşfetmeleriydi. Zaten aşk yoktu. Bu yüzden de yalnızlıklarının çözümü hayal dünyalarında yarattıkları ideal ilişki olamazdı.

Bahsedildiği gibi “Suçumuz İnsan Olmak” romanını farklı kılan özelliklerin bir tanesi Türkiye’de yeni bir akım olan gerçekçiliğin etkisiyle yazılmış olmasının etkisiyle, okuyucunun romana girebilmesi ve umulanın aksine bir uyanış yaşanmasıdır. Karakterlerin ikisinin birden gözlerine inen pembe, duygu yüklü perde acı veren bir aydınlanmayla kalkar. Gözlerini acıtır belki bu aydınlık fakat artık gerçekleri görürler ve hiçbir dayanağı olmayan hayallerin peşinden gitmezler.


Hikaye - Bölüm 2


Üzerine bol gelen bir tişört geçirdi. Mutfağa gidip su kaynattı. Bir bardağın içine bolca kahve boşalttı. Çarpıntı yapacağını bile bile suyu kahvenin üzerine boşaltıp şeker atmadan bir yudum içti. İyykk! Suratını öyle bir buruşturdu ki bir gören, izleyen olsaydı kahkahalara boğulurdu bu kez. Hemen birkaç küp şeker attı bardağa. İyice karıştırdıktan sonra oturdu bilgisayarının başına. Maillerini kontrol etmeyi de pek ihmal etmezdi. Bilgisayarına ulaşabildiği her an bakmayı adet edinmişti. Birkaç reklam maili gelmişti… Sildi… Kahveden aldı bir yudum. Bu sefer buruşturmadı yüzünü. Lezzetli olduğundan değil aslında ama nispeten iyiydi işte. Sonra bir anda donup kaldı ekrana bakarken. Beklemediği bir haber gelmişti herhalde. Neydi ki onu böyle şaşırtan haber? Hayret!

Neyse ki çok geçmeden kocaman bir gülücük geldi yüzüne. Hemen telefonuna uzandı oturduğu yerden. Telefondaki kişiye iyi haberi verdi. Başvurduğu işe kabul edilmişti. İşte şimdi her şey güzel geliyordu. Geç uyanmış olması da umurunda değildi artık kahvenin tadı da. Maili iyice okudu. Tekrar tekrar okudu. Yarın sabah erkenden ofiste olması isteniyordu. Yarın dediğine bakmayın; pek uzun zaman kalmadı. Geç uyandı ve bütün günü yatakta yorganına sarılı geçirdi. Hemen koştu nasıl göründüğüne bakmak ardından da ne giyeceğine karar vermek için. Darmadağınıktı aynada gördüğü ama düzeltmek pek zor olmayacaktı. Bu kabul  bütün karamsarlığını ve miskinliğini alıp götürmüştü bir anda.