Kasım 29, 2010

deri ticareti serüvenleri


nedenini tam olarak anlatmadan yola çıkar genç. bilmediği bir yere gider. hakkında neredeyse hiçbir şey bilmediği bir kadının adresi vardır elinde sadece. huzur için durur öyle cebinde ya da trenin tuvaletine yakıştıramadığından atamamıştır, bilemeyiz tabii. ruhunu bulmak zordur gencin, kaçar gider bedeninden. bedenini savunmasız, midesi kolonya dolu halde aşina olmadığı bir küvette bırakır. genç ruh uçar gider bir kaç saatliğine. hep yabancıdır. bedeni yabancıdır sanki ona en az etrafındakiler kadar. onları tanıdığı kadar tanır bedenini. belki daha da az. kendi gözlerine bakamaz, kendi sesini duyamaz ne de olsa ve kendiyle sevişemez. öyleyse genç kendini neredeyse hiç tanımaz zaten.

Kasım 28, 2010

Kadın saçlarını dökmedi bugun omuzlarına, sımsıkı topluydular kafasında. Ağzını da açmadı hemen hiç. Tek bir şey yapmak geldi o da uzak bir yerlere gitmek. Uzandı olduğu yere. Temiz ya da pis olmasını hiç umursamadı, sadece uzandı olduğu yere ve birkaç saniye geçmeden çok uzaklardaydı. İnsanlar sorular sormuyordu, yorum yapmıyordu. Hatta burada insanlar kendi arasında da konuşmuyordu. Ne güzel yer diye düşündü kadın.

Kasım 26, 2010

Kadın


Kadın kapıyı açtı. İçeride tuhaf bir koku vardı. Gözleri bile rahatsız oldu kokudan ve çok geçmeden kapanıverdiler. Sonra her şey, herkes güzelleşti. Artık kadınların ve adamların teni pürüzsüzdü. Kokuları delirtiyordu. Herkes birbirine gülümsüyordu. Güneş yakıyordu burnunu. Kıpkırmızı oluverdi beş on dakika içinde minik burnu. Yürüdü kadın güneşin altında. Her adımda unuttu pis kokuyu. Düşündükçe unuttu. Hafifledi. Hafif bir rüzgar esti. Ve yağmur. Yanan burnunu serinletti yağmur. Yürüdü kadın.

Kasım 20, 2010

Yol metni

Uzundu kolları, otobüsün bir ucundan diğerine ulaşabiliyordu. Yol gibi uzun kollar. Vay canına! Daha büyüleyici, daha şaşırtıcı ne olabilir? Bu bir büyü olmalıydı, doğal olması mümkün değildi. Ince uzun kollar. Her işi başarabilirler. Bardakları, özellikle de kadehleri kusursuz taşırlar. Oturduğu yerden uzatıp kolunu sigarasını alıverir ağzından şoförün. Içerde çocuklar ve adamlar var. Daha kibar ve düşünceli gerekmiyor mu soförün? Çocuk gibi adamlar var içerde. Duman yayılıyor her tarafa, burunlara özellikle. Bütün burunlar tıklım tıklım duman. Herkesin tepkisi farklı dumana. Içime çektim ben önce, ama sonra uzun kolu düşündüm. Öyle bir kolum olsa, birkaç metrecik uzatsam kolumu alıversem sigarayı, bir nefes çekip iade etsem geri. Ne kötülük var bunda?

Birisi şarkı söylemeye başlıyor bir anda, hiç sormadan hangi şarkıyı duymak istediğimizi. Hepimiz gülümseyerek dinliyoruz bu terbiyesizi. Nasıl sormaz bize? Oysa aklımdaydı isteyeceğim sarkı. Aklımdan çıkamadı ya hep orda kalacak artık, ben mahvoldum. Nasıl da yorulacak aklım bundan sonra. Benim istediğimi söyleseydi alkışlayarak, kahkahalar atarak dinlerdim onu belki. O da daha mutlu olurdu o zaman.

Insanlar istediklerimi yaparsa çok mutlu olabilirler aslında. Ben mutlu olursam herkes mutlu olmaz mı? Kesinlikle olur.

Otobüs duruyor ıssız bir yolda. Inmemi istiyorlar, "olmaz" diyorum. "Şimdi değil daha yazmak istiyorum." Öyle iyiler ki kabul ediyorlar. Ama annem ve babam hala otoogardaymış. Öyle duydum. Benim arkamdan öyle çok ağlamışlar ki gözleri kurumuş. E gözleri kuruyunca da babam nasıl araba kullansın. Gidememişler eve. Yarın su götüreceklermiş babam ve annemin gözlerine. Gözleri yıkanınca her şey pırıl pırıl olacak onlar için. İyi ki bindim otobüse, yoksa gözleri kurumayacaktı ve yıkanmayacaktı şimdiden. Pırıldamayacaktı her şey. Iyi ki bu toz kokan otobüsteyim. Temiz havayı biraz daha sevmeye başlıyorum şimdi.

Kasım 12, 2010

Seninki kaç santim? - Greenpeace

Seninki kaç santim? - Greenpeace

Kibir


Adamlara geri dönmek gerekirse, adamların ağızları ve gözleri çok önemlidir. Gözlerden bakan ruhtur aslında. Ruhu görünmez mi sanırlar? Bu kadar mı bihaberler kendilerinden, anlayamam hiç. Bakışlarla ve ağız hareketleriyle açığa vurur ruh kendini, beden gibi küçücüktür mü sanırlar? Kibarlaştırdığınız sesinizi aşar, gösterir kendini ruhunuz. Sizin önünüzden yürür, sizden önce farkedilir. Bazen sırf bedeniniz için bir şeyler yaparsınız ve ruhunuz üzülür, büzülür, küçülür. Yine de görünmez değildir ama sizin arkanızda kalır. Bu yüzden de yok sayarsınız onu. Ruh büzülür, siz büyürsünüz. Dengeler bozulur! Eyvah, artık gittikçe büyümeye başlarsınız!

Kasım 02, 2010

Tecavüzün Komiği

YILDIRIM TÜRKER (Arşivi)-Radikal

Geçen hafta 15 yaşındaki Havva, babasının kuzenleri tarafından tecavüze uğradığı için kendini astı. Yardım isteyebileceği, hayata tutunmak için elini uzatan kimsesi yoktu. Bir ahırda sonsuza dek sallanacak kimsesizliği.
Zara’da başı taşla ezilerek öldürülen 12 yaşındaki Nur’un küskün resminin, kendisini taciz eden babası tarafından öldürülmüş Emine’nin umutla bakan gözlerinin, binlerce binlerce tecavüz kurbanının bize kalan suretlerinin yanında asılı kalacak, onun sudan aydınlık gözleri.
Havva’ya bu dünyada bir yer bulamadık. Hepimizin boynunda, onun elleriyle hazırlamış olduğu ilmek. Hayatta kalanlar; 12 yaşındayken eşraftan onlarcasının tecavüzüne uğrayan Mardinli N., Bursa’da yedi kişinin ırzına geçtiği kız, Anadolu’nun her karışında sürü örgütlenmesiyle kız çocuklarına, kadınlara tecavüz sırasına giren dinibütün, ahlakıtam, kanısoylu erkeklerin saldırdıkları, birer gölge gibi geziniyor aramızda. Çoğunun tecavüzcüsü aklandı.
Adli Tıp raporunu bekleyemeyen hakimler tarafından salıverildiler. Çünkü bu topraklarda yaşayan bütün halkların en vahşi suç ortaklığıdır tecavüz.
Tecavüze uğrayan kadın, kendini dünyadan hoyratça sökülüp atılmış hisseder. Ne yargıdan ne aileden ne de devletten şefkat görecektir. Öncelikle kendisine potansiyel suçlu muamelesi reva görülür. Birbirlerine yılışarak el veren saygıdeğer aile babaları tarafından iştahla ırzına geçilmiş kız çocuklarının gönüllü olup olmadığı tartışılır. Bacak kadar kız çocuklarına kendi istekleriyle ‘birlikte olup’ olmadıkları sorulur. Artık toplumun başına dert olmuş yaratıklardır, tecavüze uğrayanlar. Tecavüz bir kez ortaya çıkmış, o kelime bir kez telaffuz edilmiştir ya, riya tuğlalarıyla örülmüş toplumsal hayatın dışına sürülürler. Karşılarına çıkan her kapı, onlara ölümün yegane çözüm olduğunu hissettirir. Rahatlıkla gözden çıkarılırlar.
Tecavüz burcundan bir türlü çıkamıyoruz. Şiddetin ve çaresizliğin her türünden gelecek duygusuna galebe çaldığı dönemlerin alarmı işte böyle işitilir. Çocuklara ve kadınlara yönelik saldırıların artmasıyla. Tecavüzün sıradanlaşması, kadın ve çocuğa yönelik şiddetin inanılmaz boyutlarda artması kıyamet alametlerindendir. Sunağa ilk yatırılanlar hep kadınlar ve çocuklar olur.

Şişme Fatmagül!
Sonuçlara göre cinsel saldırganların yüzde 43.4’ü tanıdık. Yüzde 13.2’si eski sevgili, yüzde 11.3’ü koca, yüzde 7.5’i biyolojik baba, yüzde 7.5’i de yakın erkek akraba. Mağdurların yüzde 18.9’u, 11 yaşın altında. Yüzde 69.8’iyse 18 yaşın altında. Bu memlekette çocuk sevgisinin ne anlama geldiği üstüne iyice bir düşünmeliyiz.
Tecavüz, gerek kanıtlanması güç olduğundan, gerekse kurbanların başlarına geleni anlatamamasından, herkesin bilip kimsenin engelleyemediği bir gerçeklik olarak suratımıza sırıtıyor.
Gözaltında cinsel taciz ve tecavüz olaylarının yakın zamana kadar sistematik bir sorgulama-aşağılama yöntemi olarak kullanıldığının kayıtları var. Yine onbinlerce kadın şu an bu konuda tanıklık yapabilir.
Güneydoğu’daki savaş süresince de tecavüzün ‘düşmana’ yönelik bir darbe olarak kullanıldığını biliyoruz.
2003 yılında yazdığım bir yazıdan dolayı başıma gelmedik kalmamıştı. Jandarma Genel Komutanlığı, bir kadına tecavüz etmek suçundan 405 personeline açılan bir dava üstüneydi yazdıklarım. Yazının adı, ‘Tecavüzcü sürüsü’ idi. Görmezden gelmeyi sürdürdüğümüz takdirde toplum olarak bir tecavüzcü sürüsüne dönüşeceğimizi vurgulamak için. Oysa basınımızın kimi militarizm bekçileri ve Genelkurmay benim bu başlığı ordu için kullandığım konusunda hemfikirdi. Ceza aldım. Çünkü ‘Türk askeri tecavüz etmez’di. Bana kalırsa, etse bile ona tecavüz denmezdi.
Şimdi ‘İster tecavüz eder, ister koynuna alır yatarsın’ sloganıyla çok satan bir gazetede tanıtılan “şişme Fatmagül” noktasına kadar gelmiş bulunuyoruz. Bir kanalda, “Fatmagül’ün Suçu ne?” dizisinin parodisi olarak karşımıza son derece kıyıcı bir gençler marifeti çıkıyor. En korkuncu, bir kadının tecavüze uğramasını bir futbol maçı olarak yansıtan dangalak oyuncu adaylarını salyalı kahkahalarla seyreden gençleri izlemiş olmaktı. Aralarında kızlar da olan gençler, tecavüzün, hem de bu ülkede, komik unsur olarak kullanılabilmesini onaylamakla kalmıyor, coşkulu katılımlarıyla bu toprakların gübresi bol kaçmış ürünleri olduklarını da gösteriyorlardı. Evet, bir kez daha çocuktan aldık haberi.
Bu memlekette tecavüz, abartılmaması gereken; askerimizin, polisimizin, komşumuzun, babamızın başvurduğu bir rahatlama yoludur. Erkeklerin koltukaltlarından doğru bakıldığında epeyi gülünç de bulunabilir.

Peki ya siz?
Yine soralım. Bu topraklarda her nesilden kaç milyon kadının tecavüze uğrayıp hayatta kalmak adına yaşadıklarını sineye çekerek bir başına yaralarını sarmaya çalıştığını hiç düşündünüz mü? Gecenin bir vakti kan ter içinde uyanıp kabuslarını yapayalnız yaşamak zorunda olan; çocuklarını, yakınlarını, en önemlisi hayatlarını korumak için uğramış oldukları bu en vahşi saldırıyı unutmaya çalışan ne kadar kadın var yanımızda yöremizde. Solcu diye, Kürt diye, yoksul diye, fahişe diye, kocasının karısı diye, onun yeğeni bunun baldızı diye ve daha bütün insanlık hallerini sıralasak onlar diye, her şeyden geçtim kadın diye, ‘kirletilmek’ fiiliyle peçelenmiş diye her gün kaç kadın tecavüze uğruyor diye düşünmüşlüğünüz var mı? Mutlaka vardır. Çünkü sokaklarda, eviçlerinde, hayatın her köşesinde kadın cinselliğini küfre emanet etmiş dolanıp duruyorsunuz. Ancak birbirinizin anasını avradını bacısını sıradan geçirdiğinizde rahatlayabiliyorsunuz. Sizden değil diye, BDP’li diye, solcu diye, fahişe diye, gülüp geçmeseniz bile içinizden sinsi bir ‘oh olmuş orospuya’ geçiyor çünkü. Kadınlardan nefret eden bu toplum tecavüzcülere çanak tutuyor. İkiyüzlülükle, korkaklıkla, alçakça susup görmezden gelerek. Kimileyin açıkça onaylayarak.
Peki neden her erkeğin anasına bacısına karısına küfredildiğinde bir cinayet makinesine döndüğünü, hele içkiliyse sel salya sümük, bağrını yumruklayıp ölüme koşar gibi yaptığını hâlâ anlayamadınız mı? Bu namus müsameresinde kadınına toz kondurmayan horoz kılığına bürünmek, saklanmanın en mübah yolu da ondan.