Aralık 06, 2015

Kavafis - İthaka

İthaka’ya doğru yola çıktığın zaman,
Uzun bir yolculuk olmasını dile,
Macera dolu, keşif dolu olmasını.
Ne Lestrigonlardan ne Kikloplardan
Ne de öfkeli Poseidon’dan kork.
Bunların hiçbiri çıkmayacak karşına
Sen hayallerinden vazgeçmedikçe,
Küçücük bir şey bile
Heyecanlandırdıkça tüm benliğini.
Ne Lestrigonlardan ne Kikloplardan
Ne de öfkeli Poseidon’dan kork.
Bunların hiçbiriyle karşılaşmayacaksın
Onlara ruhunda yer açmadıkça,
Kendi ruhun karşına dikmedikçe onları.

Uzun bir yolculuk olmasını dile,
Nice yaz sabahların olmasını,
Benzersiz bir zevk ve neşeyle,
Hiç bilmediğin limanlara vardığın;
Fenike çarşılarına uğramayı
Güzel şeyler almak için
Sedef ve mercan, kehribar ve abanoz,
Her türlü yürek hoplatan parfüm—
Al alabildiğin kadar yürek hoplatan parfümlerden;
Ve çok sayıda Mısır şehrini gezmeyi
Bilgelerden toplamak için tüm bildiklerini.
İthaka’yı sakın çıkarma aklından.
Oraya varmaktır senin asıl kaderin.
Yine de tadını çıkar yolculuğunun.
Bırak yıllar boyu sürsün, daha iyi,
Koca bir adam olarak var adaya,
Yolda edindiklerin olur zenginliğin,
İthaka’nın seni zengin etmesini beklemeden.

İthaka sundu sana bu güzel yolculuğu.
O olmadan düşemezdin yollara.
Artık sana verecek hiçbir şeyi kalmadı.

Yoksulluğunu görürsen sanma ki aldandın.
Yolda yaşadıkların öyle bilgeleştirir seni
Sonunda sen de anlarsın İthaka’nın ne anlama geldiğini.

Çeviren: H. Gizem Taş
Kaynak: http://www.kafekultur.com/urun/283/dunyanin-en-guzel-100-siiri


Ekim 10, 2015

Öldürenin kim olduğuna dair

Yaz bitti, katiller öldürmeye doymadı. Gün aşırı ölüm haberleri alıp kendi alenen dokunulmayan hayatımı yaşamaya devam ediyorum. Ne yapacağımı bilmez halde, bencilce ve korkakça haberleri okumaya devam ediyorum. Partici olmayan ve politik bulduğum bir kişi olarak ben olabildiğince tarafsız halde olanları az çok takip edip anlamaya çalışıyorum.

Bir kesim var ki katilin kim olduğunu bu satırları okuyan hemen herkesin tahmin edeceği şekilde devlet olarak biliyor. Bundan eminler. Açıkçası ben de bu kesim içindeyim. Emin olmam için tabi ki devletten biri gelip "evet, biz yaptık." demedi ama eminim yaptığım çıkarımlar ve minimal olarak da olsa devletin nasıl bi şey olduğu bilgime dayanarak.

Bir başka kesim bunların HDP'nin de bilgisi dahilinde olduğu görüşünde. Bunlar daha ulusalcı tipler. PKK'yle birlik eden bir partinin çıkarı için böyle şeyler yapabileceğini düşünüyorlar. Kendi adıma bunun gizli kürt düşmanlığı olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu kişiler genellikle (evet, genelleme yapmayı sevmem. ama sevmediğim çok şeyi yaparım) "benim de iyi kürt arkadaşlarım var" derecesinde kürt hareketini savunan ama PKK'yi düşman gören kişiler.

Aslında her türlü silahlı mücadeleyi sevmeyen biri olarak bu konuda çok genelleme yapamıyorum. Maziden ve günümüzden öyle silahlı olaylar var ki iyi ki varlar.

Bir de çok bahsetmeye değmez bulduğum alenen ve gururla faşist olan bir grup var. Beyinlerini çalıştırmaya zahmet etmeyecek kadar kötü olduklarını düşünüyorum bunların.

Ama her şeyden öte canımı sıkan bir kitle var ki onlar da ellerinde her türlü imkan olup 10 dakika ne olduğuna kafa yormadan yorum yapma cesaretinde bulunanlar. Herhangi bir kafa çalıştırma eyleminde bulunmaksızın, orada burada "ben artık herkesten her şeyi bekliyorum yaaa" diyip, olaylara tepki olarak "sikeyim böyle ülkeyi" sığlığında konuşanlar.

Allah'ın yokluğundan varlığından, çalıştığı sistemin normal olup olmadığından, bir insana hissettiklerinden, neyle ne kadar baş edeceklerinden, savaş çıksa ne yapacaklarından, bundan 10 yıl sonrasını az çok tahmin edebileceklerinden emin olup bu olaylara karşı "valla, ben kimseye güvenmiyorum artık" diyenler. Buradaki 'artık' kelimesi çok tartışmaya açık bir konu. Ne zamandır kime güvenebileceğini sorguladın da artık güvenemiyorsun? İnsanların alenen yönlendirmesi dışında -şuursuzca yönlendiriliyor olma olasılığımı göz önünde bulundurarak ılımlı konuşuyorum- ne zaman hareket ettin de artık güvenemiyorsun? Geziyle beraber haber okumak popüler oldu diye ayda yılda bir haber okuyup (o da hangi kaynaktan belli değil) ne ara fikir sahibi oldun da fikir beyan ediyorsun?

Bu memleketin vatandaşı fikir beyan etmeye doyamadı sevgili arkadaşlarım. Fikir beyan etmezse ölecek hastalığına tutulduk. Bildiğimizin 10 katı fikir beyan etmezsek başımıza bi şey gelmez. Rahat rahat susmayı bir öğrenelim artık. Rica ederek bitiriyorum aylar sonra ilk yazdığım yazımı.

Temmuz 09, 2015

Uyanmak



Hiç düşünmeden çekip gitmek, ilk uçağa binip uzaklaşmak istemişti hep.

Yapamadı... Sonunda hiçbir yere gidemedi. Ne gerçek oldu istekleri ne de puf diye uçup gitti. Aslında umutsuz sayılabilirdi. 20'li yaşlarını düşündüğünde o zaman aklından geçen tüm hayallerini dün gibi hatırlıyordu. Neler neler yaşamış olacaktı yarım asırlık koca bir kadın olduğunda. Her şeyden önce çok şehir, çok ülke gezecekti. O zamanların heyecanını duydu içinde. Bir an için pırrr (!) diye uçuşuverdi sanki kalbi.

‘Biipp biip biiip’

Bu sesle çamaşır makinesi, işini bitirdiğini haber veriyordu.

Bir anda öyle donuklaştı ki kadın, evde olduğunu bilmesek aniden gelen bu tiz sesin bir hastane odasında kalbi duran hastanın öldüğünü haber verdiğinden emin olabilirdik. Donuk bakışlarını mutfak masasına çevirdi. Masada duran paketten bir sigara çıkarıp yaktı. Düşüncelere dalıp makinedeki çamaşırı unutmuştu. Kocası gelmeden yapacağı işler vardı. Sandalyeye yığıldı. Ara vermeden çekiyordu sigarasından. O sırada aklından geçenleri bilen herkes, içinde sıkışıp kalan hayalleri öldürmeye çalıştığını tahmin edebilirdi. Hayalleri içeride yaşamaya devam ettikçe mutsuz olacaktı çünkü.

Hayallerini hatırlıyordu. Teker teker hepsinden nasıl vazgeçtiğini hatırlıyordu hemen ardından. Bu durumu kabullenip başka biri olmuştu. Belki bütün kadınlar gibi içinden geçenleri yaşayamadığı her gün hem kabullenişi hem de kızgınlığı artmıştı. Artıyordu.

15 yıllık bir uykudan uyanmış gibi bakıyordu etrafına. 15 yıldır bu evde yaşıyordu ama raftaki tabakları, tezgahta duran yarısı su dolu bardağını, duvardaki lekeleri ilk kez görüyormuş gibi hayretle baktı her yere. Ayağa kalktı, evi dolaşmaya başladı. Çok yorgun hissediyordu. Çamaşır ipine uzanmaktan yorulmuştu, buhar versin diye ütüye su doldurmaktan yorulmuştu, domateslerin kabuğunu soymaktan yorulmuştu, toz almaktan yorulmuştu, kocasından önce evde olup yemeği hazırlamaktan yorulmuştu. Son 15 yıldır onu yoran her şey dev balonlar gibi şişmişti.

Sanki görünmez bir ip bağlamıştı onu eve. Yaptığı şeylerin hiçbiri için bir sebep bulamadı. Evi tıka basa dolduran yorucu balonların arasında daha hızlı yürümeye başladı. Pencerenin kenarında duran sehpada daha bu sabah kocasının yırtılan donunu dikerken kullandığı iğne iplik duruyordu. Bir hışımla atıldı sehpanın üzerine.

“YETEEEERR!” diye bağırarak patlattı bütün balonları. Bir yandan ağlıyordu. Tanrının bile kafası karışırdı eğer izliyor olsaydı bu olanları. Gözyaşları aktıkça artan gülümsemesi tanrıyı bile korkuturdu. Banyoya girdiğinde aynadaki görüntüsüyle karşılaştı. Şöyle bir baktı kendine çenesini gerdanına yaklaştırıp. Daha önce hiç görmemiş gibi tanıyamadı omuzlarını. Memelerine dokundu. Kocasından başkasına göstermesinin yasak olduğu memelerine dokunuşunu izledi bir süre.

“Tik tak tik tak”

Sanki yıllardır durmuş olan zaman bir anda yoluna devam etmeye başlamıştı. Öyle heyecanlıydı ki  saatin sesini midesinde hissetti. Kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu. Pencereye yanaşıp biraz hava almak istedi, yetmedi bu kadarcık hava.

Üzerine montunu alıp kapıyı çekti ve sokağa çıktı. Bir daha dönmemek üzere. Onu hiç tanımadan yüzüne bakan bu insanlarla bir arada yaşamaktan tiksinmişti artık. Hiç düşünmedi. Hiç tereddüt etmedi. Arkasına dönüp bakmadı kapıyı çekerken.

Küçükken annesine büyüyünce dünyayı gezeceğini söylemişti. Dediğini yapacaktı.

Kitaptaki diğer sesler için: http://kafekultur.com/urun/1364/kadin-sesleri

Temmuz 08, 2015

Şimdi düşünüyorum da senin için yok olmak ne zor olurdu.


Görünenin gerçekliğini sorgularken nefes nefese kaldığınız oluyor mu? "Şimdi düşünüyorum da senin için yok olmak ne zor olurdu." Gizem Aksu'nun Ah! Kosmos ile birlikte yarattığı otobiyografik çağdaş dans performansı. Sonunda, akışına bırakmanın değil de hissedilenin akışkanlığının verdiği bir rahatlamayla beraber derinlerde huzursuzluk hissettiren bir performans.

Gizem Aksu’nun performansı bir futbol topu, bir tavuk yumurtasıyla sorgulatıyor hayatı. “Ben kimim?” sorusunun cevabı mı izlerken hissettiğimiz huzursuzluğun kaynağı, yoksa bedenimize yüklenen beklentilerin ağırlığı mı? Eğer vajinalı bir çocuksan gider gelir, döner durursun o futbol topunun etrafında. Ha vurdum ha vuracağım derken geçer zaman… Zordur futbol topuna dokunmak bile vajinalı bir çocuk için.

İşte, bu performans; yumurtalığı kadınlık, doğurganlık ve kırılganlıkla; futbolu ise erkeklik ve baskınlıkla ilişkilendiren ataerkil ve heteronormatif atıfları rahatsız edici bir gerçeklikle gözümüze sokuyor. "Şimdi düşünüyorum da senin için yok olmak ne zor olurdu." Adıyla bile kafa karıştıran bu çağdaş dans performansından sonra insanın etleri, kemikleri, bakışları bile yoruluyor. Olumsuz bir yorulma değil; dolu dolu geçen bir günün yorgunluğu bu…

Sanatçıların bedenlerine ve seslerine yüklenen beklentiler ile bedenin özgür devinimi karşı karşıya geliyor bu performansta. Belki hepimizin bir yerlerden tanıdık bulacağı hisler, sanatçıların bedeni ve sesiyle neredeyse somutlaşıyor. Normaller ve beklentileri sorgulamanın tam zamanı! Yumurta, futbol topu ve bedenler arasında kurulan ilişki, kadın-erkek, doğa(l)-kültür(el), gerçek-kurgu ikiliklerinin içine-dışına-arasına-ötesine dair samimi bir paylaşıma izleyiciyi davet ediyor. Performans, kendilerine yüklenen ikiliklerle mücadele ederken arada'nın, öte'nin potansiyellerini araştıran metinlere, oluşlara ve mücadele alanlarına dönüşüyor.

Konsept & Koreografi: Gizem Aksu
Performans:  Gizem Aksu & Ah! Kosmos
Fotoğraf: Murat Dürüm
Teşekkürler: Selen Ansen, Tuğçe Tuna

Nisan 19, 2015

Üç Renk: Mavi - Krzysztof Kieślowski

Krzysztof Kieślowski'nin yönettiği Mavi filmi, Fransa bayrağının taşıdığı renklerden yola çıkılarak ortaya çıkan üçlemenin ilk filmi. Üçlemede, Fransız Devrimi'nden sonra ortaya çıkan özgürlük, eşitlik ve kardeşlik fikirlerini anlatılıyor. Diğer filmler Beyaz ve Kırmızı.

Mavi'de işlenen özgürlük kitlesel, siyasi bir özgürlükten öte insanın kendi içinde hissettiği türden bir özgürlük. Duygusal olarak özgürleşmeye çalışan Julie'yi Juliette Binoche oynuyor. Paris'te geçen film, kocası ve çocuğu aniden bir trafik kazasında ölen Julie'nin yaşadıklarını anlatıyor. Ailesi bir anda yok olan kadın, kendini geçmişinden soyutlamaya ve tamamen izole bir hayat yaşamaya çalışıyor.

Müziğin sıkça kullanıldığı filmde, Julie ne kadar istese de insanlarla ilişkisini bitiremiyor. Uyumu ve birlikteliği simgeleyen müzik gibi insanlarla birlikte anlam kazanıyor hayatı. Film boyunca aniden duyuyoruz müziği, sonra aniden susuyor. Julie'nin hayatındaki ani değişimler gibi aniden çıkıyor müzik de karşımıza.

Gökyüzü ve denizin de mavi olduğunu düşünürsek, sonsuzluk ve özgürlük hissi veren bu renk film için biçilmiş kaftan. Adının ötesinde, renk olarak da sık sık karşımıza çıkıyor mavi. Mavi objeler, mavi ışık, mavi yansımalar Julie'nin hayatından eksik olmuyor.

Mavinin dinginliği içinde geçen değişimler silsilesi, özünde değişemeyen kadının hayatını kaplıyor. Zaman değişiyor, soyadı değişiyor, adresi değişiyor. Fakat yeni taşındığı evin yakınlarında gittiği kafe de içtiği kahve "her zamankinden". İnsanlarla kurduğu bağdan kurtulamıyor Julie, yaşadığı toplumun bir parçası olmanın önüne geçemiyor.

Bu yeni eve taşındığında bir anlık dışarı çıkmışken rüzgardan kapanır kapı ve Julie dışarıda kalır. Çünkü bu onun her zamanki hayatı değil. Evinin dışında kalıyor. Yaşamaya çalıştığı onun hayatı değil. Yeni hayatı onu kapı dışarı ediyor.

Nisan 18, 2015

Maya Angelou - Phenomenal Woman

Önemli olan nasıl göründüğün değil, kendini nasıl gösterdiğin. Maya, kendini olduğu gibi göstererek güzelleşiyor. 'Phenomenal' kadın derken erkeklerin arzusuna hitap eden kadın olmayı değil, kadınlığa övgü yağdırıyor. Genellikle belli bir noktaya odaklanan erkek bakış açısına karşı çıkıyor. 

Şiirinde kadının bütünlüğü fikrine katlanamayan erkeklere baştan sona sergilediği kadınlıkla meydan okuyor. Erkek hegemonyasının talep ettiği sabitliğe Maya'nın devinmeden duramayan bedeni karşı çıkıyor sözünü ettiği her bir özelliğiyle. Kusursuzluğu baştan tanımlıyor. Onun tanımına göre kusursuzluk, kendin olmaktan geçiyor...

Kendi sesinden dinlemek isteyenlere "Phenomenal Woman":



Mart 27, 2015

İçimizde kalanlar

Üzüntü nasıl da fiziksel bir şey. Uzansan tutulacak gibi. Neredeyse görülüyor göğsün içinde. Kalbin bir oyunu olsa gerek. Orada duruyor. Bir şeylerin eksiği ya da fazlası olabilir sebebi. Sevginin fazlalığı mı yoksa sevilenin yokluğu mu? Çok karışık.

Sistem bir kez daha üzdü. İlişkilenişler. Nefret gibi bir şey hissediyorum ilişkilenişlere. Tatlı tatlı sevişlerin önündeki engellerden nasıl nefret etmez insan? Sevişme gibi neresinden baksan güzel bir eylemin önündeki engeller kadar sevmediğim bir şey yok.

Sevişlerini, kendini sevdirişini, fikirlerini anlatışını, gözlerindeki enerjiyi çok özleyeceğim insanlar var. Sesindeki olgunluğu, gülüşündeki çocukluğu, kararsızlıklarını, kararlılığını, nezaketini de çok özleyeceğim onların. Dokunuşunu, bakışlarını, dudaklarını, sırtını, boynunu da çok özleyeceğim.

Tanıdığım en güzel insanların hayatımdan çıkmasını izlemekten başka elimden bir şey gelmemesinin üzüntüsü. Keşke hayatını daha güzelleştirebilseydim, yüzünü güldürebilseydim dediğim insanların yok oluşu. Keşke beraber uzanıp film izleyebilseydik. Sarhoş olunca aynı eve gidebilseydik. Arkadaşlarımızla otururken bir anlık göz göze gelip gülümseyebilseydik birbirimize. Sarılıp boş boş birbirimize bakabilseydik. Aynı battaniyenin altında kitap okuyabilseydik. Kavgalar edip öpüşerek barışabilseydik. Çırılçıplak uyuyabilseydik seviştikten sonra.

Ya da en azından, bi şekilde hayatımda olabilseydiler.

Bu aralar duygusalım, evet. Hem de çok kızgınım bu sisteme. Yalnızlaştıran bu sistem, sevgilerimizi doyasıya yaşamamıza engel oluşunun tadını çıkarıyor. Öylece izliyoruz biz de. Aferin bize.

Mart 21, 2015

Kadın olmaya bayıldığım kadar yoruldum da

Bazıları diyor içinden ya da dışından, hissedebiliyorum; "sabah feminizm, akşam feminizm, yeter be!" O bazılarına sabah akşam (yani hep) kadın olduğumu hatırlatmak isterim. Sabah akşam kadın olmanın ne zor, ne yorucu bir şey olduğunun farkında olmak lazım dostlar. Feminizmi eleştirirken, aşırı bulurken kadınların evde, okulda, sokakta ve bilgisayar başında hep kadın olduğunu ve feminizmin mücadele ettiği erkeklik sorunundan 7/24 muzdarip olduğunu unutmayalım.

Gücünü penisinden alan arkadaşım, yoruyorsun beni. Bulunduğun her yerde sallaya sallaya gezdiğin penis yoruyor beni. O nezaketin ve bana özgürlük sunuşun yok mu? Hele bir de o fırsat kollayıcı feminizm övüşlerin.

Tam mutlu olduğum anda aklıma düşündüğün kurtlar var ya, çürük yerlerinden düşüyor aklıma. Senin çürük yerlerin mutluluğumdan alıkoyuyor beni.

Senin kurtların gece gündüz damladığı için aklıma, sabah akşam feminizm düşmüyor ağzımdan.

Mart 20, 2015

Tango Sevgisi


Tango yapar tango eder tango severiz. 
Çok güzel tango yapamayız ama yine severiz.
Şarap içer, su içer yine tango yaparız.
Kıvır saçlar, düz saçlar birleşir tango yaparız.

Tangoyu yapamasak da severiz,
Bir de kuir olunca daha bir başka severiz.

Kız kıza tango mu olur diyenleri de sahneye bekleriz.

Poz vericiler: Bendeniz (Gizem) ve Damla
Fotoğraf çekici: Feyza Özkefe
Giyim-kuşam ve mekan: Talaria Dance Shoes

















Mart 12, 2015

Tangonun en uç halleri mi bunlar?

Dünyanın en güzel hislerinden biri olabilir tango yaparken hissettiklerim. Peki, şu aşağıdaki türlü tango yapanlar nasıl bir nirvana hissediyor? 

İ-NA-NIL-MAZ


İnsan Kendini Nasıl Sever? 2

Bugün, sistemin yarattığı korkunçlukların bir sebebini protesto ettik. Toplandı birbirini tanımayan bir sürü insan. Yine sistemin attığı gazdı belki bizi gaza getiren. Bilmiyorum. Şu an öyle bir şeyden söz etmeyeceğim.

Konu bir kez daha kendini sevmek. Bundan daha önce de bahsetmiştim. Nasıl sever kendini insan diye. Bundan günlük yaşamımda hep bahsediyorum.

Neyse... Bugünkü eylemin sonrasında arkadaşlarımla bir yere oturduk. Muhabbet ettik, içtik, derdimizi neşemizi konuştuk. Yine konuştukça daha çok sevdik dördümüz de birbirimizi. Çünkü konuştukça sever insanlar birbirini.

Peki insan kendini nasıl sever?

Bütün akşam aklıma bile gelmedi bu. O sırada yanımda olan arkadaşlarımı nasıl sevdiğimi düşündüm hep. Derken, az önce eve geldim. Eve gelirken bi tuhaf hissettim. Çünkü iki farklı insan benim mutlu olmamı istiyordu. Aslına bakarsan olduğum gibi olup, mutlu olmamı istiyorlardı. Ama onları mutsuz etmeden. Buna da neyse, çünkü ikisi de ayrı güzel insanlar. Sadece art arda olması hem ilginç, hem çok güzel.

Sonra eve geldim. Üzerimi değiştirirken gardıroptaki aynada görüntümle göz göze geldim. Üstüne bir de ben dedim; "mutlu ol" diye. Mutlu olmak istiyorum. İnsanların mutlu olmasını istediğim gibi kendimin de mutlu olmasını istedim. Mutlu olmayı salık verdim kendime. İnsanlar aslında çok güzel. Ben onları sevdiğim gibi, o kadar çok sevebilirim kendimi.

Bir ebeveynin çocuğunu sevmesi gibi sevdim kendimin aynadaki görüntüsünü. Nasıl da büyüdüm kendi ellerimde. Nasıl güzel düşüncelerim oldu. Nasıl çok istedim herkesin mutluluğunu. Bu sayede ne güzel bir insan oldum ben. Belki bir kısmı dış etkenlerle ama bunu ben de yaptım. Bunu görmezden gelmek istemedi kendimin aynada bana bakışları. "Aferin sana" dedim kendi kendime. "Sakın bozma bunu." Bütün gün, bütün akşam, hatta yıllardır protesto ettiğim, üzüldüğüm, kızdığım şeyler değiştirmesin bu kendime bakışımı. Baktığımda gördüğüm güzellik bir şımarıklık değil. Kendini sevmenin güzelliğini bir kez daha hissettim.

Kendimi sevmeliyim, herkes sevmeli. Kendini sevecek kadar kendi doğru bildiği, istediği yolda yürümeli gibi geldi. Kendimi sevdim, zor geleceğinden korktuğum için hislerimi bastırmadığım için. Bir yerde dert olursa diye içime atmadığım için. Çenem titrediğinde ağladığım ve çenemi tutamadığımda fikrimi söylediğim için. Küçük bedenime bu kadar fazla sevgi sığdırabildiğim için sebep olduğu zorluklara rağmen.

Gözlerimde gördüm bunun bir şımarıklık değil içten gelen, evlada karşı sevgiye benzer bir şey olduğunu. Aferin sana, diye düşünürken gördüm. Adım adım, milim milim tırmalayarak kabuğunu nasıl özgür bir kadın oldun elinden geldiğince diye düşünmenin sevincini gördüm gözlerimde. Daha gidecek çok yolum olmasının heyecanını fark ederken sevdim kendimi. O yolu gidecek gücü veren dürtünün o sevgi olduğunu gördüm gözlerimde.

İnsan kendini nasıl sever bilemem belki de, ben kendimi böyle sevdim bu gece.

Bundan 3 yıl önce bu konuda düşündüklerim de bazen sevdirir bana kendimi: http://selambengizo.blogspot.com.tr/2011/03/insan-kendini-nasl-sever.html

Mart 08, 2015

Yüz yıl sonra çıkacak kitabımdan spoiler

"İkiye bölünmüş de biri kızgın biri neşeli iki insanmışım gibi hissetmeye alışkınım. Bu memlekette nelere alışmıyor insan!

Daha doğrusu içimdeki neşeyi dışarı yansıtmamam için var olan koruyucu camdan görüyorum dünyayı ve bunun çelişkisi içindeyim sanki. Camın ötesine geçince eleştirdiğim her şeyin içinde korumasız kalacak ve muhtemelen zamanla eleştirdiğim şeylerin farkına bile varamayacağım. Camın içinde kaldıkça da bölünmekten başka çarem yok." 

Bazen tanımadığın biriyle dans etmek istersin

Bu ara çok müzikli içerik oldu ama son günlerde hayata bakışımı anlatan bu şarkıyı dinlemediyseniz dinleyin istiyorum.


Beautiful tango, take me by the hand
Beautiful tango, until you make me dance
How sweet it can be, if you make me dance
How long will it last, baby if we dance?

Come to the, come to the world
Come to the, come to the world
And baby let me show you things
'Cos time is running and we can't lose, baby come and dance we gonna make it through
'Cos we've got time
Yes we've got time

Beautiful stranger, don't want to know your name
Beautiful stranger, just want to take your hand
How sweet it can be, if you make me dance
How long will it last, baby if we dance?

Come to the place where the skin speaks
Secret words in Spanish
Where the night turns out the lights of day
For us to show some courage

So don't go, if you wanna know
Don't go, if you don't know
Don't go, if you wanna know
Don't go, don't go, don't go

Beautiful stranger, take me by the hand
Make me dance all night
I wanna take the chance
'Cos I love the way you move
And the way you
Put your hands on my hips
Are moving while you take it slow
Makes me feel like I'm on a river flow
'Cos we've got time
And yes we've got time

Beautiful stranger, I wanna lose my mind
Beautiful stranger, in the danger of your arms
Beautiful stranger, oh oh oh oh

I remember, I remember, I remember... your

Sweet music, sweet sweet music, sweet music rising... [x2]

Mart 06, 2015

Mesleğime kapı açan adam: İnternet Mahir

Beni tanıyanlar ya da internet üzerinden bir süredir takipleştiklerim iyi bilir ki ne iş yapacağıma karar vermem epey uzun zaman aldı. 

Bulaştığım her sektörden ve her işten kısa sürede soğuyordum. Eğitimim hala devam ediyordu ama herkesin "çok iyi yaaa" dediği sevgili üniversitemden diploma alınca o diplomayla nereye gidip ne yapacağım hakkında bi fikrim yoktu. 

Yazı yazmaya bayılıyor ama o işten para kazanmanın imkansız olduğunu düşünüyordum. Tabi ki fakir olmak için okumamıştım. Diplomamla zengin olmak ya da en azında harcadığım zamanın karşılığını almak istiyordum. Memlekette herkesin iş derdi vardı ve uzatmalı eğitimim artık sona yaklaşıyordu. Bari reklam yazarı olayım dedim çok da fazla ilgim olmamasına rağmen. Ne bileyim diplomam işe yarardı herhalde. 

Diploma da diploma. Onu alınca hayat cennet olacaktı. Peki hangi sektördeydi bu cennet?

Anladım ki öyle bi cennet yokmuş. Para kazanmak için istemediğim şeyleri de yapmak zorundaymışım. Öğrenciyken uzun süre yaptığım çeviri işleri asıl istediğim değildi ama yazıyla ilgili diye seviyordum. 

Edebiyatı seviyordum ama kitap okuyorum ve seviyorum diye kimse para vermezdi. Close reading diye bi teknik öğrenmiştim okulda. Hiçkimse bir metne yakın okuma yapıyorum diye para vermiyordu. 

Derken içerik işleri baş gösterdi. Fena iş değildi. Hoşuma gidiyordu. Çok hoşuma giden siteler vardı. Neden olmasındı? Onları yazan insanlardan biri de ben olabilirdim. Belki zengin ya da işine aşık olmazdım ama en hoşuma gidecek işi bulmuştum.

Çok çok uzun olmasa da zaman geçti. Kendimi geçindirecek parayı kazanmaya başladım. Mutlu sayılırdım bu işte. Derken dün İnternet Mahir diye bir adamdan haberdar oldum. 

1999 yılında ben daha bebeyken adam kişisel site açmıştı. Ne sosyal medya var ne online mecralar yaygın tabi o zamanlar. Adam çılgın kalbini ikissyou.com diye bir web sitesi üzerinden dünyaya açıyordu.

Ben o zaman 10 yaşımdayım. Evde barbi bebeklerimle oynuyor, limon ağacının yapraklarından para yapıp bankacılık oynuyor, mahalledeki benden küçük çocuğu büyücü olduğum yalanıyla kandırıyorum o sırada.

İnternet Mahir ise zaten 2 milyon bile olmayan internet kullanıcısının yarısından fazlasına sayfasını görüntületmeyi başarmış. Düşünün internet reklamcılığı, sosyal medya yöneticisi gibi mesleklerin henüz adının bile geçmediği bir zamandan bahsediyoruz. Dünyaca ünlü olmuş. İlerde okuyup iş güç sahibi olalım diye (tamam, niyeti o değil belki ama olsun) web sitesine deli deli içerikler girmiş. Şu an uzaktan aşık olduğumuz dünyaca ünlü kişileri hayran bırakmış kendine. 

İnternet Mahir bu sektörün kilometre taşlarının miladı olmayı başarmış.

Teşekkürler İnternet Mahir, olmasaydın olmazdık...

Mart 05, 2015

Ya Yasemin Mori'cim ne güzel bir kafa bu!

Daha Göksel'in şokunu atlatamamışken karşıma Yasemin Mori'nin yeni albüm haberi geldi. Eyvah, dedim. Geliyor dertler yine. Taktım kulakları ve ardından gelen bir neşe. 

Kadın iyice coşmuş. Bayılıyorum bu kadının deli deli işleyen kafasına. Martı Jonathan'ı da unutmadığı şarkısında resmen geleceğe umut dolu gözlerle bakmamızı sağlıyor.

Rengarenk zaten iç açan bir klip, sözler kural yıkmalı, alışılmışın kenarından yuvarlanmalı. Bulutların üstünde yazılmış bir şarkı. Bolca da deneysel çalışma yapılmış.

SENİ SEVİYORUM YASEMİİİİİN!


Mart 04, 2015

Göksel yine albüm yapmış. Mecbur duygular fora!

Sevgili Göksel hanfendi ne dese böyle bi insanın duyguları coşuveriyor. En azından bende böyle bir etkisi var. Hormonlar ne yana koşacağını şaşırıyor. Seks, dans ve ağlama isteklerini aynı anda uyandırıyor. Önceki albümleri de böyleydi. Gittikçe dozu artırıyor. Her hecede böyle hüngür hüngür ağlayarak dans edercesine sevişesi geliyor insanın.

Yapalım bunu!

Şubat 28, 2015

Yaşar Kemal Vefat Etti


Türk edebiyatının en önemli yazarlarından biri olan Yaşar Kemal vefat etti.

Nobel Edebiyat Ödülü'ne aday gösterilen ilk Türk yazar olan Yaşar Kemal, solunum güçlüğü ve kalp ritim bozukluğu nedeniyle hastaneye kaldırılmıştı. İlk romanı olan İnce Memed yaklaşık 40 dile çevrilmiş. Edebiyatın yanı sıra siyasi görüşleriyle de bilinen yazar,

"Her ülke sosyalist modelini kendisi kurar. Sovyetlerin 70 yıldır yaşama geçmiş modelini kabul edemeyiz. Yüzde yüz bağımsızlıktır. Kişi bağımsızlığı, ülke bağımsızlığı, politik bağımsızlık, ekonomik bağımsızlık, özellikle de kültürel bağımsızlık... Sosyalizmin başka bir anlamı yok benim için. Bu çağa gelinceye kadar kültürler birbirlerini beslemişlerdir, yok etmemişlerdir. Oysa çağımızda, kültürler kültürleri yok etmek için, bilinçli olarak kullanılmışlardır, emperyalistler tarafından. Benim için dünya bin çiçekli bir kültür bahçesidir; bir çiçeğin bile yok olmasını, dünya için büyük bir kayıp sayarım."

diye bir laf da etmiş zamanında. Güle güle gitsin...

Şubat 21, 2015

Tacizin, tecavüzün sosyal çevresi yok!

Bundan ortalama 4 yıl önce beni taciz etmiş bir şahsın (erkek) bu gece bana Facebook üzerinden yazdığı özür mesajı:


Güya özür dilediği olaya gelecek olursak, ben kız ve kız arkadaşım o zamanlar uzun zamandır tanıdığım bu şahsın kız arkadaşının evine gitmiştik. Onun sevgilisi o zamanlar Amerika'daydı ama evi o akşam bulunduğumuz yere yakın olduğu için oraya gitmiştik.

Derken, benim sevgilim içerideki odaya geçip uyuyor. Ben de onun yanında uyumaya çalışıyorum. Yanımızdaki yatakta ise o zamanlar uzun zamandır arkadaşım olan başka bir erkek şahıs yatıyor. Oradan bitmek bilmez bir şekilde beni taciz ediyor. Yanına yatmaya çağırıyor iyi niyetliymişcesine. Bense sevgilim rahatsız olmasın diye anlamazlıktan gelip uyumaya çalıştığımı söylüyorum. Sonra kalkıp salona geçiyorum. Sonra bakıyorum olduğu yerde uyumuş. 

Salonda yukarıdaki mesajı atan kişi var. Onunla içeride bir şey olmamış gibi muhabbet ediyoruz. Tam beni taciz eden kişi uyusun, ben içeri geçince uyanmasın diye bekliyorum. Derken, tacizden kaçıp yanına gittiğim arkadaşım alenen kalkan penisini bana dayıyor. Ben ne yapacağını bilmez halde yine fark etmemiş gibi yapıp sevgilimin yanına uyumaya gidiyorum. Sabah da bir şey yokmuş gibi evden çıkıp gidiyorum.

Kısa bir süre bir şey olmamış gibi davranıyorum. Sonra bu şahıslar çok masummuş gibi muhabbeti sürdürünce sen bana böyle böyle yaptın, daha da görüşmek istemiyorum seninle diyorum. 

Zaman geçiyor, bu şahıs askere giderken pişmanlığını dile getirip görüşmek istediğini söylüyor. Görüşmeyeceğimi söylüyorum. Askerden dönünce buluşma isteği devam ediyor. Ta ki bir kaç hafta önce bir zamanlar çalıştığım bara girmek isteyip damsız (!) alınmadığında bana pişkin pişkin 'beni buraya almadılar, aldırsana içeri' mesajı atana kadar ve ben cevap vermeyene kadar ortada sorun yokmuş gibi davranması devam ediyor. 

Ve Özgecan öldürülüyor, ülke çalkalanıyor. Bu herifin benden özür dileyeceği tutuyor. Başkalarının aksine unutamama hastalığı olduğunu söylüyor. Saçma sapan bir tavırla özür diliyor üstelik. Vicdanını rahatlatıyor kendince. Muhtemelen orda burda eşitlikçi fikirler savuruyor. Kadınları öldüren canileri kötülüyor. Hatta kim bilir yürüyüşlere katılıyor. Sloganlar atıp kadınları destekliyor (!).

Bu olay bana kalırsa bugünlerde yaşadığımız her şeyi özetliyor. Belki yüzde yüzü değil ama erkeklerin büyük bir kısmının bu olaylar karşısındaki tutumun içtenliğini, ahkam kesişlerinin altında yatan durumu yansıtıyor. 

ITU'de okumuş, yüksek lisans yapmış, iyi maaşla çalışan, şahane sosyal çevresi olan bir insan bu. Demem o ki; olayları çevreyle, devletle, aileyle, azgınlıkla bir arada değerlendirenler bir otursun, düşünsün. Azıcık düşünmek bile yeter.

Şubat 18, 2015

Errrrkek adamlara bir sorum olacak

Kapitalizme, düzene, düzensizliğe karşı işçi sınıfının ağzında küfrü çiçek görenlere,

Eve istediği saatte gelip, evi istediği saatte terk eden babalarımıza,

Namusuna laf ettirmeyelim diye ilk aşklarımızı yaşamak için çok şeyi göze aldığımız aile erkeklerine,

Üç yaşındaki kız çocuklarına bardak taşıtıp büyüyüp gelin olunca kocasına nasıl hizmet edeceğini öğretenlere,

Erkek çocuklarının hovardalık, çapkınlık yapacağının gururunu yaşayan konu komşuya, uzak akrabaya,

"Gücünüz kıza mı yetiyor lan" diyerek sınıf arkadaşını korumaya (!) çalışan liseli gence,

Ama öyle demek istemeyenlere,

Biz de böyle alıştık, kurtulmak öyle kolay değil ama diyenlere,

Toplumumuz bunu kaldırmazcılara,

Erkeksen kadın sik, kadınsan kimseyi sevme diyenlere,

Ana satan ama koyanlara,

Bize değil dışarıya güvenmeyenlere,

O saatte orada ne işim olduğunu soranlara,

Kendisine verip vermeyeceğimin peşinde olanlara,

Vermeyeceksem zorla alanlara,

Yolda yürürken elleyenlere, laf atanlara,

Eve kadar takip edip beni nasıl sikmek istediğini anlatanlara,

Edepli oturup edepli konuşmamı söyleyenlere,

Dindarı dinsizi eleştirmeye doyamayanlara,

Maskülen kadını da kokoş kadını aşağılamak için bahane bulanlara,

Evlenmeden sevgilimizi anlatamadığımız babalara,

Sevişmeyi gizli kapaklı tut diyene,

Kavgaya sevgi gösterisinden çok saygı duyana,

Pedimizi bile göstermeden taşımamızı isteyenlere,

Saçımızı kestirince depresyonda/uzatınca kezban olduğumuz çıkarımında bulunan beyinlere,

Televizyon kumandasının egemenliğinden bile vazgeçemeyen babalara, erkek kardeşlere,

Korumak için (!) sevgilisinin, karısının, arkadaşının etek giymesine izin vermeyenlere,

Kadına şiddet göstermemek için kendi anasını, bacısını hatırlamak zorunda hissedenlere,

Başörtülüyü gizemli, mini etekliyi yollu gören adamlara,

Kadınların sokakta sigara içmesini ayıplayanlara,

Ördekten köpeğe her türlü hayvan üzerinde kendine hak görenlere,

Kadınlara çiçek diyen dallamalara,

Masumlaştırmaya, cinselliğimizden uzaklaştırmaya doyamayanlara,

Erkeğe zevk, keyif ve rahatlık sunmak dışında bir şey yapmamızı istemeyenlere,

Otobüste ihtiyaç sahibi olmayan kadına yer verene,

Kadın kadına aşklara fantezi gözüyle bakan nasıl seviştiğini sormayı kendinde hak görenlere,

Daha ilkokulda erkeklere etek açma şakası (!), kızlara en kapalı nasıl oturulur diye öğretenlere,

Nezaketinden (!) kadına bayan diyenlere,

Belki verirsin diye işe alan patronlara,

Kadınsın diye az maaşa layık gören patronlara,

Erkeklik coşkusuna kapılıp derste ağzına geleni konuşanlara,

Yanında kadın var diye nezaketinden ama koymayanlara,

Kadınlara atadığı özellikleri aynı zamanda hakaret olarak kullananlara,

Parayla seks yaptığı için orospuyu toplumdan atan, öldüren, taciz/tecavüz edenlere,

Karı dırdırı diye espri (!) yapan, kadın şöforü yolda rahat bırakmayanlara,

Kapitalizme ana avrat (!) girenlere,

Sikini mutfağa, temizliğe yakıştıramayanlara

birkaç sorum olacak: şimdi mi aklınıza geldi kadınların özgürlüğü? Bugünü mü beklediniz sorgulamak için? Yaptığınız onca şeyi ne çabuk unuttunuz da kadınlara destek (!) olmak için kadınların yanında yürüyüşlere geliyorsunuz? Bugüne kadar tedirgin ettiğiniz, sözünü kestiğiniz kadınların özgürlüğünü düşünmeniz için değişen nasıl bir şey oldu?  Her gün ölen kadınları görmezden geldiğiniz gibi şimdi neden susup size vermeyen o kaşar kızı taciz etmeye devam etmiyorsunuz?

Ha, çok pişmansanız (!), utanıyorum diyorsanız bir derin nefes alın. Önce bir şuurunuz yerine gelsin. Galeyane gelmeyin hemen bir millliyetçi adamla aynı kefeye konmamak, AKP'ye bok atmak, ne kadar modern ve açık görüşlü olduğunuzu sergilemek için. Gidin önce bir okuyun, sorun, öğrenin nedir feminizm. Şimdiye dek "çok sert bu feministler de" dediğiniz kadınlar kadar (!) kızmadan o katile, gidin bi kendinizi sorgulayın. Nasıl bir payınız var bu işte fark edin.

Şubat 10, 2015

Bir Pedro Almodóvar şahanesi: Konuş Onunla

Sevgili okuyanlar, aşağıda gördüğünüz bir şiir değil. Kim bilir hangi tarihte Pedro Almodóvar'ın Konuş Onunla (Talk To Her) filmini izlerken aldığım notlar. Tekrar izleyip notları yerine yerleştireceğim. Yine de bu hali hoşuma gitti. Sizin de gider belki?

Acı çeken beyaz giysili kadınlar,
Özgürleşiyor ve
Siyah giyinmiş adamı korkutuyor.

Vücutlarını seven kadınlar
Alıştığımız cinsiyet rollerine aykırı yaşayan kadınlar

Yılan kadını rahatsız ediyor ve korkutuyor. 
(Fallik sembol)
Kadın yılanı bir sopayla öldürüyor.
(Başka bir fallik sembol)
Sonra da bir poşete koyuyor.
(poşet vajina için kullanılmış bir metafor)

Şubat 03, 2015

ölü bir beden

Uzanıyor yerde boylu boyunca
boyu 185 falan
hava ne soğuk ne sıcak
üstüne örttükleri gazetenin kenarları pırpır ediyor
uçup gitmiyorlar, adam gibi hareketsiz
adamın saçları gibi uçuşuyorlar oldukları yerde

Ocak 24, 2015

Duygu


Zamanın birinde bir kızcağız yaşarmış. Çok sevgi dolu, fakat bir o kadar güvenemez, bir o kadar sarılmayı sever, bir o kadar katlanamazmış insanlara. Duyguları ve egosu hep başa baş gitmiş. Hiç karar veremezmiş hangisinin sözünü dinleyeceğine.

Şöyle bir düşününce sonuna kadar haklıymış ikisi de. "Al onu sev, sarıl, öp" diyen yanı gibi "herkes kendini düşünüyor güzelim. amdır et gel takılalım" diyen yanı da haklıymış.

Hangisini dinlese, ne yapsa kararsız kalır öylece yaşar gidermiş.

Hep çekeyim gideyim istemiş, gidememiş. Hep kalayım istemiş, kalamamış. Öyle arafta takılmış hayatı boyunca. Bir sürü kişiyi çok sevmiş. "Ama öyle olmaz, insan herkesi öyle sevemez," demişler. "Hadi oradan!" demiş. Hepsini de sevmiş tek tek. Bazı hepsini birden de sevdiği olmuş.

"Tamam, artık sadece onu sevicem," demiş. "Ama öyle de olmaz. Bütün ömür boyu bi kişiyi sevemezsin," demişler. "Hadi oradan!" demiş. Hep onu sevmeye niyetlenmiş.

Sonra demiş ki; "I am sorry to interrupt I am just constantly on the cusp of trying to kiss you I don't know If you feel the same as I do but we could be together I you wanted to"




Ocak 23, 2015

KuirFest İstanbul'da!

Türkiye’de ilk defa Ankara'da gerçekleştirilen Pembe Hayat KuirFest Amerika’dan Kanada’ya, İsveç’ten Hollanda’ya, 15 ülkeden 50’ye yakın LGBT temalı filmle Ankaralıları kıskanmamıza sebep olan bir festival olarak ortaya çıktı. 

Pembe Hayat Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Travesti ve Transeksüel (LGBTT) Dayanışma Derneği’nin düzenlediği bu şahaneler şahanesi festival, LGBTİ bireylere yönelik ayrımcılığa ve şiddete dikkat çekerken Türkiye’de kuir teorinin ve sanatın konuşulmasına, tartışılmasına olanak yarattı ve yaratmaya devam ediyor.
4. yılında ben gibi İstanbul sakinlerini sevindiren bir haber geldi. Bu yıl KuirFest, Ankara'dan hemen sonra İstanbul'da da düzenleniyor. Bugün (23 Ocak) başlayan festival, pazar gününe kadar paneller, partiler ve film gösterimleriyle geçirdiğimiz boktan zamanları biraz olsun sevinçle geçirmemize sebep olacak. 
İlk gününü tamamlayan festivali kaçırmak istemeyen dostlar;
Buradan teaser'ı izleyebilir: 

4. Pembe Hayat KuirFest Teaser from kuirfest on Vimeo.

Programa buradan ulaşabilirsiniz
*festivalle ilgili bilgiler kendi sitesinden araklanmıştır.

Ocak 19, 2015

Seda Sayan'ın Efsane Atarı - Kinetik Tipografi by Ecem Arıcan

Kendisini tanımam ama Ecem Arıcan adlı bir şahane arkadaşımız okul için hazırladığı bir projede Seda Sayan'ın haykırışlarını kinetik tipografiyle iyiden iyiye efsaneleştirmiş. İzlemeye doyamadım. Siz de izleyin.


Seda Sayan'ın Efsane Atarı (kinetic typography) from Ecem Arıcan on Vimeo.

"Olaylar şöyle gelişti: Zamanında Erol Köse, Seda Sayan'ın geçmişte çektirdiği müstehcen fotoğrafları paylaşarak kadırgalıyı kışkırtmıştı. Seda Sayan da bunun üzerine kendi gündüz programında, bu projede yalnızca 1.30 dakikasını kullandığım 35 saatlik(!) efsane bir monologla Erol Köse'ye yardırmıştı. Yıllardır kişisel favorilerimden olan bu şahane atarı bir okul projemde kullanmış bulunuyorum. İyi eğlenceler!"

Ocak 12, 2015

Saray saray diye boşuna mı dedi?

Tüm zamanlara, tüm mekanlara hitap eden bir adam RTE. Sadece bize hitap edemedi anlaşılan.

Adam saray mı yaptırmadı, dönem filmi gibi bir hayat mı yaşamadı. Karda kışta millet üstüne giyecek bulamazken türlü kostümlü şovlar mı yapmadı.

Ne RTE'ymiş be! Ne istese yaptı adam. Gözü hiç arkada kalmayacak.

Ocak 09, 2015

Sayko seramik sanatıyla Jessica Harrison karşınızda

Ortalıkta dönüp dolaşan birbirinden tatlış dekoratif seramik figürleri bu çıldırmış seramik sanatçısı Jessica Harrison'un eserleriyle beynimizi fikfikliyor. Gotik ve sayko tarzıyla standartların ötesine geçmeyi başarıyor. 

Diğer deli deli işleri ve hakkında daha fazla bilgi için web sitesine göz atabilirsiniz.



İki gözü önüne akmış bir hanfendi

Başım gözüm üstüne gibi bir durum

Kelle koltukta gidiyor ablamız













Bokunu çıkarmak böyle bir şey olsa gerek