Mayıs 31, 2014

Gezi'nin Yıldönümü


Bugün Gezi olaylarının yıl dönümü.

3 gündür polis her yerde konuşlanmış durumda. Bekliyorlar, ilk emirle yine öldürecekler, yaralayacaklar, birçokları nefretlerini kusacaklar. Toplanmaya yine izin verilmeyecek. Taleplerini dile getirenler yine göz altına alınacaklar.

Yine saldırının adı müdahale olacak. Televizyonlarda belki bu sefer tilki belgeselleri dönecek. Yine pasif direniş. Yine aksini isteyenler. Yine "Yeter Artık!" diye haykıranlar. 

Yine gözler yanacak. Hiç tanımadığımız birileri, birilerini düşmek üzereyken tutup polisin olmadığı ve bu yüzden güvenli yerlere taşıyacaklar. Tanımadığımız başka birileri gözlerimize ilaçlı sular, sütler sıkacak. Yine kardeşlik, dostluk fışkıracak her yerden.

Belki daha gün bitmeden haberlerini alacağız yaralanan, ölen insanların. Belki yine bazıları daha çocuk olacak.

Bugün Gezi olaylarının yıl dönümü. 
Gitmek mi zor kalmak mı bilmiyorum.

Mayıs 30, 2014

ESNAF LOKANTASI









Kadın kalabalık sokağın ortasında durmuş telefonunu kurcalıyor, gelip geçenlerin çarptığı çantası bir bacağına bir beline vuruyordu. Bıkkın bir ifadeyle telefonunu montunun cebine koydu. Kalabalık arasında yürümeye başladı. İnsanlara çarpa çarpa birkaç yüz metre ilerledi. Rastgele bir ara sokağa döndü ve rüzgardan dağılmış saçlarını kulaklarının ardına atmaya çalışarak bir esnaf lokantasına girdi. Yan yana dizilmiş yemekler arasından bir şeyler seçti. Tek başına büyükçe bir masaya oturdu. Masayı ortaladı. Tam ortaya koydu tepsisini. Eşyalarını iki yanına yerleştirdi. Pek aç değildi aslında ama telefonda haberleştiği ve gecikeceğini öğrendiği arkadaşını beklerken bir şeyler atıştırmaya karar vermişti sokağın kalabalığından kaçmak için. Teker teker baktı lokantadaki herkesin yüzüne. Dikkatle inceledi herkesi. Sanki birini arıyordu ve yüzündeki minicik bir detaydan tanıyacaktı aradığı kişiyi. Benim yüzüme de baktı. Göz göze geldiğimiz anda kaçırdım gözlerimi. İstemiyordum onu izlediğimi fark etmesini ama kesssin fark etmişti! Hay Allah! Bakışları yanımdaki masaya kayınca dayanamayıp izlemeye devam ettim. İnsanları dikizlerken bir yandan da yavaş yavaş yemeğini yiyordu. Garson yanaştı masasına. Bir şeyler sordu. Kadın cevap verdi. Ne konuştuklarını duyamadım ama ikisi de ayrık dişlerini göstererek gülüştüler. Çok geçmeden telefonu çalan kadın eşyalarını toplayıp çıktı lokantadan. Aniden boş kalan masasına bakakaldım. Daha yarım saat vaktim vardı bu esnaf lokantasında oyalanarak geçirmeyi planladığım. Yemeğimi kaşıklamaya devam ederken gözüm kapıdan yeni giren müşteriye takıldı. 70’lerinde, şaşırılacak kadar güleç bir adamdı. Çalışanlara teker teker selam verdi. Gülümsedikçe minicik kalmış dişlerinden ve çıkık elmacık kemiklerinden gözünü alamıyordu insan. Adam, lokanta boyunca ilerledi. Sırtında kendine birkaç beden büyük gelen deri bir mont vardı. Ayaklarında kendine biraz büyük gelen kunduraları, elinde tepsisi bu geniş esnaf lokantasında ilerledi. Tepsisinde bir kase çorbası, bir sürü ekmeği ve yüzünde gülüşüyle televizyonu görebileceği şekilde  kadın kalkınca boşalan masaya oturdu. Dişsiz sayılabilecek minik ağzıyla çorbaya bandığı ekmeği yemeye koyulurken benim telefonum çaldı. Arkadaşım tahmin ettiğinden erken geldiğini haber verdi. Ben de toparlanıp kalktım hemen oturduğum yerden ve tıklım tıkış sokakta ilerlemeye çalışan belki binlerce insanın arasına attım kendimi.

Mayıs 05, 2014

SÜREÇ

İkisi de öyle derin nefes alıyordu ki göğüsleri birbirine dokunuyordu her nefeste. Her dokunuşta daha derin nefes alıyorlardı. Vücutları o kadar yakındı ki birbirlerinin nefeslerini soluyorlardı. “Şimdi ne olacak?” diye fısıldadı Deniz. Bu bir soru mu yoksa şaşkınlık mı kendi de bilmiyordu. Görkem, Deniz’in saçlarını okşadı. Yüzünü avuçlarının içine aldı ve “Sadece sakin ol.” diye cevap verdi.

“Aslında,” dedi Deniz biraz geri çekilerek, “neden bu kadar gerildiğimi ben de bilmiyorum.” Arkasına yaslandığında herkesin onları izlediğini fark etti. Yaptığını iyiden iyiye garipsedi.
“Sadece alışık olmadığın bir durum. Seni anlıyorum.”
“Boşandıktan sonra daha korkak bir insan oldum.”
“Hep çok güzeldin.”

Deniz gülümseyerek sarıldı Görkem’e. Onun tenine daha da alışmıştı.
“Aslında sana nasıl davranmam gerektiğini bilmiyorum.” dedi utanarak.
“Sadece içinden geldiği gibi davran.”
“Uf! Bu insanlar hep böyle bize mi bakacak?”

Sandalyesine yaslandı Görkem. Belli ki Deniz’in baskı altında hissetmesini  istemiyordu. Birasından birkaç yudum aldı. Diğer masalarda oturup göz ucuyla onları izleyen insanlara öfkeyle baktı. Rahat yoktu bu dünyada!

“Ya bu geçici bir hisse?” diye sordu Deniz. Aslında geçici olup olmaması umrunda bile değildi. Yalnızca ellerini bağlayan korkusundan kurtulup rahatça dokunmak istiyordu Görkem’e.
“Geçici olsa bile şu an böyle hissediyorsun ve önemli olan da bu.” dedi Görkem. Her sözü nasıl da rahatlatıcıydı.
“Sen hiç benim gibi hissettin mi?” diye sordu bu kez Deniz.
“Tabi hissettim. Bunu yaşayan hemen herkes en başta böyle hisseder. Kendini suçlama.”
“Peki bunu insanlara nasıl söylerim?”
“Kimseye açıklama yapman gerekmiyor.”
“Bugün sabah uyandığımda aynaya baktım. Uzun uzun izledim kendimi. Aslında hiçbir fark yok. Ne gözlerim ne saçlarım değişmiş. Odama göz attım. Her şey yerli yerinde. Nasıl olabiliyor anlamıyorum.”
“Bambaşka bir insana dönüşmedin, Deniz,” dedi Görkem gülerek, “beni sevmek için değişmen gerekmiyor.”
“Ama 28 yaşıma kadar hiç böyle bir şey hissetmedim. Son bir haftada neler oluyor bana böyle?”
“Seni ilk gördüğüm anı dün gibi hatırlıyorum. Bu bardaydık. Yanında kocan vardı. Sen saçlarını parmağına dolayıp yavaşça geri çözerek onu dinliyordun. O da heyecanla bir şeyler anlatıyordu. ‘Ah!’ demiştim, ‘ne güzel kadın!’ Bütün gece seni izlemiştim. Sonra tuvalette karşılaştık. Ben gülümsedim. Sen de gözlerini kaçırarak gülümsedin. “
“Hatırlıyorum. Ne olmuş yani?”
“Yani, bunu sadece bir haftadır hissediyor olamazsın. O heyecanını hatırlıyor musun? Böyledir. Çünkü alışık olmadığın bir durum ve yok sayıyorsun. Hep bilirsin kendini ama hislerini yok sayarsın.”
“...”
“Susma, kızmıyorum sana. Böyle öğretmişler işte. İnsana sevmek için bile özgürlük vermiyorlar.”
“Yanında çok rahatım.” dedi Deniz ve yan masadaki adamın onları izlediğini fark etti. Gözlerini devirdi.

Deniz’in rahatsızlığını fark eden Görkem, “Biraz yürüyelim mi?” diye sordu.
“Olur.” diyerek toparlanmaya başladı Deniz.

Hesaplarını ödeyip çıktılar. Hava güzeldi. Dolunay sokağı aydınlatıyordu. Deniz içinde bulunduğu gelgitlerden çok sıkılmıştı. Seviyordu. Kocasını nasıl sevmişti? Görkem’e karşı sevgisi de öyle bir sevgiydi. Uzaydan gelmemişti ya! Bir yanı bu saçmalığı sürdürmemesini söylüyordu, diğer yanı Görkem’i delice öpmek istiyordu. Hiç konuşmadan öylece yürüdüler. Her adım biraz daha rahatlattı Deniz’i. Her adımda hissettiği baskıdan biraz daha uzaklaşıyordu sanki.  Bardaki insanlardan uzaklaştıkça kendine yaklaşıyordu. Görkem’in elini tuttu. El ele ve sessizce yürümeye devam ettiler.

Sonunda Deniz cesaretini toplayıp sessizliği bozdu.
“Bana gelmek ister misin?”