bütün şarkıların size yazıldığını sandığınız bir dönem vardır. bu dönemde ne vakitlice uyuyabilir ne de vakitlice uyanabilirsiniz. ya kilo almaya ya da kilo kaybetmeye başlarsınız. sürekli kendinizi oyalamaya çalışırsınız. eğer çok kaptırırsanız alkole sığınabilirsiniz ya da alkolün size dertleri daha çok hatırlatacağını düşünür alkolden sizi düşüncelere sürükleyecek kadar sakin ve ıssız ortamlarda kaçarsınız. kaçış yolları ararsınız sürekli. oyalanacak işleriniz ya da yalnız bırakmayacak insanlarınız varsa şanslısızdır. yine de yüzünüzde hakiki bir gülümse bulduğunuz zamanlarla çok sık karşılaşamazsınız. olmadık zamanda olmadık şeyler yapmaya başlarsınız ve kendinize uzaktan bakıp gülersiniz. hayır, gülümsemezsiniz; alaycı bakışlar atarsınız. o da sizin bakışlarınızı umursamazmış gibi davranır çünkü çok da seçenek yoktur önünde. ilgi arar ama hiçbir ilgiyi yeterli bulmazsınız. ne giyseniz yakışıyor mu yoksa ne giyseniz olmaz, üstünüzde eğreti mi duruyor anlayamazsınız. ne olsa ikiliklerden başınızı kurtaramazsınız.
mantığınız ve kalbiniz.
ruhunuz ve bedeniniz.
başlıca ikilikler bunlardır genellikle. neşeli şarkılar dinleyip modunuzu iyi tutmaya çalışmak mı iyidir yoksa melankolik şarkılar eşliğinde kendi kendinize düşünüp sızlanmak mı iyidir karar vermezsiniz.
bu dönemi hiç yaşamadınızsa,üzgünüm ama hiç inandırıcı değil.
Ocak 22, 2011
Ocak 18, 2011
genç kız girdi içeri. yorgun ama umutluydu. neredeyse hiç mutlu değildi. bakışları kendinin değildi, elleri, dudakları, saçları... üzerindeki, görülür hiçbir şey ona ait değildi. içindeki, görünmez parçayı da kaptırmadan bir kaç saniye öncesinde koşup yakalamıştı. en azından hala kendine ait bir şeyler vardı. bu yüzden umutluydu zaten. farkındalığı vardı. nasıl kendinden uzaklaştığını görüp üzülüyordu, ağlıyordu hatta bazen. gözyaşları kendinindi, üzüntüsü kendinindi.
insanların sevilebilirliğine inanmaya çalışıyordu tüm sonuçsuz arkadaşlık girişimlerine ve kendisinin yaptığı hatalara rağmen. kendisi hata yaparken nasıl da içi rahattı. bunu bile bile hala insanları sevebileceğini düşünüyordu. ilişkilere güvenme umudu vardı. babasının ve annesinin nasıl birbirlerine zarar verdiğini gördüğü ve eski sevgilileriyle olanları hala hemen her an hissedebildiği halde.
orasından burasından çekiştirir öperlerdi kızı. ağızlarıyla öperlerdi her yerini. tükürüklerinin kokusundan rahatsız olurdu mini mini genç kız. nereye kaçsa, kime, neye sığınmaya kalksa tükürüklerle dolardı her hücresi. aşağılarcasına, aşıkcasına öperlerdi. başı dönerdi, kafası karışırdı, kaçmaya çalışırdı. ama bu kısır döngüden kurtulmak ona kalmamıştı elbette. her yerinde eller vardı ve insanlar devleşip bunaltıyorlardı kızı. ihtiyacı olduğu tek şey birine sarılmak ve birinin ona sarılmasıydı. birinin onu dudaklarıyla öpmesiydi, ağzıyla değil.
insanların sevilebilirliğine inanmaya çalışıyordu tüm sonuçsuz arkadaşlık girişimlerine ve kendisinin yaptığı hatalara rağmen. kendisi hata yaparken nasıl da içi rahattı. bunu bile bile hala insanları sevebileceğini düşünüyordu. ilişkilere güvenme umudu vardı. babasının ve annesinin nasıl birbirlerine zarar verdiğini gördüğü ve eski sevgilileriyle olanları hala hemen her an hissedebildiği halde.
orasından burasından çekiştirir öperlerdi kızı. ağızlarıyla öperlerdi her yerini. tükürüklerinin kokusundan rahatsız olurdu mini mini genç kız. nereye kaçsa, kime, neye sığınmaya kalksa tükürüklerle dolardı her hücresi. aşağılarcasına, aşıkcasına öperlerdi. başı dönerdi, kafası karışırdı, kaçmaya çalışırdı. ama bu kısır döngüden kurtulmak ona kalmamıştı elbette. her yerinde eller vardı ve insanlar devleşip bunaltıyorlardı kızı. ihtiyacı olduğu tek şey birine sarılmak ve birinin ona sarılmasıydı. birinin onu dudaklarıyla öpmesiydi, ağzıyla değil.
Ocak 15, 2011
"Not the end of the world but you can see it from here..." by Jacqueline Hackl // LOOKBOOK.nu
Ocak 07, 2011
pozitif
Perdeyi açtığım anda odanın içine, gözlerime güneş doldu. Her yer pırıl pırıl parladı. Oda ısındı. Üzerime ağırlık yapan hırkayı çıkardım. Astım kapının arkasındaki askıya. Çoraplarımı da çıkardım. Onlar da kirli sepetine. Hemen açtım bilgisayarımı. Hareketli, neşeli şarkıları dizdim art arda. Bir yandan eşlik edip, bir yanda kahvaltı hazırladım. Son dakikada ekmek almayı unuttuğumu fark ettim ama çıkıp ekmek almaya hiç üşenmedim. Koşturarak gittim, ekmek aldım. Dönünce kahvaltı tepsime bir de çay ekledim. Pencerenin yanındaki masaya kuruldum ve güneşe karşı kahvaltı keyfi yaptım. Bir yandan dolu ağzımla şarkılara eşlik ettim. Güneş parladıkça çayımın şekeri, masamın cilası, saçlarımın lüleleri, ojeli tırnaklarım, gözlerim de parladı.
Ocak 06, 2011
Koşmak
Çok koştum yine. Yorgunum. Saçlarım da ıslak, koşarken çok terlemiş olmalıyım. Bacaklarım ağrıyor. Ağrımıyor, acıyor hatta. Hiç durmadan o kadar çok koştum ki, durduğum anda zangır zangır titremeye başladılar. Topuklarım da durmaksızın yere çarpmaktan fena halde. Eteğim yırtılmış, çorabım kaçmış, gömleğim sökülmüş. Ayakkabılarım ayağımdan fırlayıp çalıların arasına düşeli kim bilir kaç kilometre daha koştum. Tabanlarımda dikenler, ayaklarımda çamurlar, saçlarımda ağaç dalları ve yapraklar...
Peki ama nereye çıkıyor bu koca ormanın sonu?
Ocak 05, 2011
DANS
Kulaklıklarımı takıp kendi kendime dans etmeyi severim.
Başkalarının kirletmesine izin vermediğim kendi dansım. İnsanların çirkin ruhlarıyla arama set çeker kulaklıklarım ve dansımın havaya yaydığı dalgalar onları benden uzaklara sürükler. Artık bana zarar veremezler. Kendi uydurma figürlerim kalkanım olurlar. Artık saçlarımı istediğim gibi dağıtabilir, eteklerimi külodum gözükecek kadar savurabilir,bütün uyumsuz renkleri bir arada üstümde bulundurabilirim. Ruh halime göre göz kapaklarımı boyamaya bayılırım ben mesela. Kulaklıklarımı takıp canımın çektiği gibi dans edersem bunu da yapabilirim. İnsanları kendimden uzaklaştırabilir ve kendimi kendime daha da yaklaştırabilirim.
Ocak 03, 2011
İstediği gibi yaşama hakkı yok onun. İstediği zaman istediği yerde de olamaz. Ne böyle hakları var ne de gücü. "Bunu yapmak istemiyorum" demeye de cesareti yok. Hisleri ve bedeninden başka hiç bir şeyi yok.
Hislerinin ve bedeninin birleşimi ona acı veriyor. Duyuların ötesine geçemeyen dünyaya ağlıyor. Yok sayılmasının verdiği acıya ağlıyor. "Ben varım!" diye bağırıyor ağlarken. Güzel gözlerini ovuşturdukça gözleri de acımaya başlıyor. Çok fazla ovuşturduğundan etrafı buğulu görmeye başlıyor. Elleri karıncalanıyor yavaş yavaş. Artık bedenini de hissedemeyeceğinden korkarak ağlamamaya çalışıyor. Farketmeden güçleniyor.
Merak ettiği şey; bu mu güçlü olmak? Ağlamak istediğinde ağlamamak ve gülmek istediğinde gülmemek mi?
Artık insanları düşünmeden yaşamaya başlıyor. Sanki diğerleri sadece bedenden ibaretmiş gibi. Şimdi her şey çok kolay.Ağlamak istemiyor bile bir süre sonra. Hislerinin de azaldığını hissediyor. Şöyle bir kontrol ediyor, evet bedeni hala olduğu yerde. O ise artık çok hissiz, çok güçlü.
Ocak 02, 2011
Hava kararmış, korkuyor çocuk. Yine de artık yola çıkmışken geri dönmek olmuyor. Mecburen ilerliyor karanlıkta. Sadece kendi nefesini ve cırcır böceklerinin sesini duyuyor. Çam ağacının yaprakları dökülmüş yerlere, bazen ayağı kayıyor. Neyseki şimdilik düşmeden uzun süre ilerledi. Yanından bir yarasa geçiyor. Kalbinin çarpıntısı ağaçlara çarpıp yankı yapıyor. Ara sıra çok korkuyor ve farketmeden hızlanıyor. Sırtından aşağı ter akıyor. Yavaşlıyor bazen o kadar yavaşlıyor ki bacakları ağrıyor. Gözlerini kocaman açmış, zifiri karanlıkta ilerlemeye devam ediyor korkusundan korkmadan.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)