genç kız girdi içeri. yorgun ama umutluydu. neredeyse hiç mutlu değildi. bakışları kendinin değildi, elleri, dudakları, saçları... üzerindeki, görülür hiçbir şey ona ait değildi. içindeki, görünmez parçayı da kaptırmadan bir kaç saniye öncesinde koşup yakalamıştı. en azından hala kendine ait bir şeyler vardı. bu yüzden umutluydu zaten. farkındalığı vardı. nasıl kendinden uzaklaştığını görüp üzülüyordu, ağlıyordu hatta bazen. gözyaşları kendinindi, üzüntüsü kendinindi.
insanların sevilebilirliğine inanmaya çalışıyordu tüm sonuçsuz arkadaşlık girişimlerine ve kendisinin yaptığı hatalara rağmen. kendisi hata yaparken nasıl da içi rahattı. bunu bile bile hala insanları sevebileceğini düşünüyordu. ilişkilere güvenme umudu vardı. babasının ve annesinin nasıl birbirlerine zarar verdiğini gördüğü ve eski sevgilileriyle olanları hala hemen her an hissedebildiği halde.
orasından burasından çekiştirir öperlerdi kızı. ağızlarıyla öperlerdi her yerini. tükürüklerinin kokusundan rahatsız olurdu mini mini genç kız. nereye kaçsa, kime, neye sığınmaya kalksa tükürüklerle dolardı her hücresi. aşağılarcasına, aşıkcasına öperlerdi. başı dönerdi, kafası karışırdı, kaçmaya çalışırdı. ama bu kısır döngüden kurtulmak ona kalmamıştı elbette. her yerinde eller vardı ve insanlar devleşip bunaltıyorlardı kızı. ihtiyacı olduğu tek şey birine sarılmak ve birinin ona sarılmasıydı. birinin onu dudaklarıyla öpmesiydi, ağzıyla değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder