Oktay
Akbal’ın dönemine göre aykırı sayılabilecek romanı “Suçumuz İnsan Olmak”
insanların kendileriyle ve birbirleriyle olan ilişkileri üzerinden
kurgulanmıştır. Okuyucu bir süre romanın içinde geçen olayların heyecanına
kapılıp yanılgıya düşebilirse de romanın anlatmak istediği öncelikli mesele
toplumun ürettiği, inandığı normlar arasında bireylerin nasıl sıkıştığı ve
kendi hayatlarına nasıl yabancılaştığıdır. Romanın daha üçüncü satırında hayal
etmekten bahsedilir; fakat roman hayallerin insanı yanıltabileceği ve
gerçeklerin hiç umulmadık olabileceği mesajıyla sona erer.
Akbal’ın
romanına aykırı demek mümkündür çünkü yazar ilk gerçekçi Türk romancılardandır.
Ne klasik ne de romantik bir metin ortaya koymuştur. Akbal, gerçekçi bir yazar
olduğundan, günlük yaşamı bilimsel bir tutumla inceleyerek olay örgüsünü mümkün
olduğunca nesnel şekilde sunar. Bu yüzden de betimlemeler romanda önemli yer
tutar. Romanın ilk cümlesi dahi romanın gidişatı üzerine çıkarımlar yapmamızı
sağlayan ipuçlarıyla dolu bir tasvir cümlesidir;
“BİR
Hep o pembe soluk perdeler.”
“Bir”, çünkü bir nesneldir. Bu romanda gerçekleri göreceğiz
ve bu nedenle roman böyle başlar. “… pembe soluk perdeler.” ilk cümlenin can
alıcı tasvir öbeğidir. Sonunda hayallerin ardında saklı olan gerçeğe
ulaşacağız. Perdeleri açacak ve aydınlanacağız. Gerçekleri bulacağız.
Bu iki
karakter hayatlarından hayallerine kaçmak isterler çünkü hayatın renksizliği iç
dünyalarındaki gökkuşağıyla çatışmaktadır ve onlar bu çatışmasının ortasında
göz göze gelirler. Bu karakterler sokakta, okulda, hatta aynada gördüğümüz
insan olabilir. Romanı bu kadar vurucu yapan da romana okuyucunun kendini dahil
edebilmesidir. Ta başında roman aşkın, duyguların göz boyaması gibi okuyucuyu
kandırır. Nedret ve Nuri’nin göz göze gelmeleriyle başlayan ve karmaşık
olaylarla devam eden romanın aşk hikayeleri bir illüzyondur. Asıl mesele
toplumların yarattığı kurguların içinde nasıl hissettiğini, ne düşündüğünü bile
apaçık algılayamayan bireylerin kendilerine yabancılaşmasıdır. Hayal ettikçe
daha da kaybolurlar yabancılıklarının içinde.
Onlara asıl
acı veren, belki de onlara dayatılan evlenme, aile kurma gibi normları sürdürme
zorunluluğudur. Bu normlar onların özgürleşmek için yanıp tutuşan
karakterlerine taban tabana zıttır. Fakat bu normlar bilinçaltlarına öyle
sistemli bir şekilde dayatılır ki fark etmeleri için daha çok çırpınmaları
gerekecektir. Bu yüzden de İstanbul’da, yani ait olmadıkları bir yerde, bir
nevi onlara baskı uygulayan ve gözlerini kör eden normlardan kaçmışken gerçeği
görürler. Burada tecrübe ettikleri aydınlanmanın sonunda, sorunlarının aslında
birlikte yaşadıkları eşleri değil, onlara öğretilen duygulanımları olduğunu
fark ederler. Nedret’in söylediği gibi aşk değildi yaşadıkları yalnızca
birbirlerinde benzer türden yalnızlık hissi keşfetmeleriydi. Zaten aşk yoktu.
Bu yüzden de yalnızlıklarının çözümü hayal dünyalarında yarattıkları ideal
ilişki olamazdı.
Bahsedildiği
gibi “Suçumuz İnsan Olmak” romanını farklı kılan özelliklerin bir tanesi
Türkiye’de yeni bir akım olan gerçekçiliğin etkisiyle yazılmış olmasının
etkisiyle, okuyucunun romana girebilmesi ve umulanın aksine bir uyanış
yaşanmasıdır. Karakterlerin ikisinin birden gözlerine inen pembe, duygu yüklü
perde acı veren bir aydınlanmayla kalkar. Gözlerini acıtır belki bu aydınlık
fakat artık gerçekleri görürler ve hiçbir dayanağı olmayan hayallerin peşinden
gitmezler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder