Ocak 02, 2013

OKTAY AKBAL’IN GERÇEKÇİLİĞİ


Oktay Akbal’ın dönemine göre aykırı sayılabilecek romanı “Suçumuz İnsan Olmak” insanların kendileriyle ve birbirleriyle olan ilişkileri üzerinden kurgulanmıştır. Okuyucu bir süre romanın içinde geçen olayların heyecanına kapılıp yanılgıya düşebilirse de romanın anlatmak istediği öncelikli mesele toplumun ürettiği, inandığı normlar arasında bireylerin nasıl sıkıştığı ve kendi hayatlarına nasıl yabancılaştığıdır. Romanın daha üçüncü satırında hayal etmekten bahsedilir; fakat roman hayallerin insanı yanıltabileceği ve gerçeklerin hiç umulmadık olabileceği mesajıyla sona erer.

Akbal’ın romanına aykırı demek mümkündür çünkü yazar ilk gerçekçi Türk romancılardandır. Ne klasik ne de romantik bir metin ortaya koymuştur. Akbal, gerçekçi bir yazar olduğundan, günlük yaşamı bilimsel bir tutumla inceleyerek olay örgüsünü mümkün olduğunca nesnel şekilde sunar. Bu yüzden de betimlemeler romanda önemli yer tutar. Romanın ilk cümlesi dahi romanın gidişatı üzerine çıkarımlar yapmamızı sağlayan ipuçlarıyla dolu bir tasvir cümlesidir;

“BİR
Hep o pembe soluk perdeler.”

“Bir”, çünkü bir nesneldir. Bu romanda gerçekleri göreceğiz ve bu nedenle roman böyle başlar. “… pembe soluk perdeler.” ilk cümlenin can alıcı tasvir öbeğidir. Sonunda hayallerin ardında saklı olan gerçeğe ulaşacağız. Perdeleri açacak ve aydınlanacağız. Gerçekleri bulacağız.

Bu iki karakter hayatlarından hayallerine kaçmak isterler çünkü hayatın renksizliği iç dünyalarındaki gökkuşağıyla çatışmaktadır ve onlar bu çatışmasının ortasında göz göze gelirler. Bu karakterler sokakta, okulda, hatta aynada gördüğümüz insan olabilir. Romanı bu kadar vurucu yapan da romana okuyucunun kendini dahil edebilmesidir. Ta başında roman aşkın, duyguların göz boyaması gibi okuyucuyu kandırır. Nedret ve Nuri’nin göz göze gelmeleriyle başlayan ve karmaşık olaylarla devam eden romanın aşk hikayeleri bir illüzyondur. Asıl mesele toplumların yarattığı kurguların içinde nasıl hissettiğini, ne düşündüğünü bile apaçık algılayamayan bireylerin kendilerine yabancılaşmasıdır. Hayal ettikçe daha da kaybolurlar yabancılıklarının içinde.

Onlara asıl acı veren, belki de onlara dayatılan evlenme, aile kurma gibi normları sürdürme zorunluluğudur. Bu normlar onların özgürleşmek için yanıp tutuşan karakterlerine taban tabana zıttır. Fakat bu normlar bilinçaltlarına öyle sistemli bir şekilde dayatılır ki fark etmeleri için daha çok çırpınmaları gerekecektir. Bu yüzden de İstanbul’da, yani ait olmadıkları bir yerde, bir nevi onlara baskı uygulayan ve gözlerini kör eden normlardan kaçmışken gerçeği görürler. Burada tecrübe ettikleri aydınlanmanın sonunda, sorunlarının aslında birlikte yaşadıkları eşleri değil, onlara öğretilen duygulanımları olduğunu fark ederler. Nedret’in söylediği gibi aşk değildi yaşadıkları yalnızca birbirlerinde benzer türden yalnızlık hissi keşfetmeleriydi. Zaten aşk yoktu. Bu yüzden de yalnızlıklarının çözümü hayal dünyalarında yarattıkları ideal ilişki olamazdı.

Bahsedildiği gibi “Suçumuz İnsan Olmak” romanını farklı kılan özelliklerin bir tanesi Türkiye’de yeni bir akım olan gerçekçiliğin etkisiyle yazılmış olmasının etkisiyle, okuyucunun romana girebilmesi ve umulanın aksine bir uyanış yaşanmasıdır. Karakterlerin ikisinin birden gözlerine inen pembe, duygu yüklü perde acı veren bir aydınlanmayla kalkar. Gözlerini acıtır belki bu aydınlık fakat artık gerçekleri görürler ve hiçbir dayanağı olmayan hayallerin peşinden gitmezler.


Hiç yorum yok: