Asansörden inmeden önce son bir kez aynada kendini süzdü.
Her şey yolunda gözüküyordu. Sonuçta ilk kez işe başlamıyordu. Panik yapacak ne
vardı ortada? Asansör kapısı açıldı. Uzun bir koridor… Kapıların üzerilerindeki
isimleri okuyarak ilerledi. Kaç kapı geçti bilmiyordu. Bazıları açıktı.
Gülümsedi içeridekilerle her göz göze gelişinde. Kapalı kapılarla ilgilenmeden
devam etti ve sonunda işte aradığı kapıyı buldu. Tam karşısında. Derin bir
nefes… “Ding, dong!” Kapıya öyle çok yanaşmıştı ki kapı açıldığında karşısında
duran yeni iş arkadaşıyla burun buruna geldiler. İkisi de gülümseyerek geriye
doğru bir adım attı.
Kendini tanıttıktan sonra, yeni iş arkadaşı ona bundan sonra
kullanacağı masayı gösterdi, ofisi gezdirdi ve birkaç kişiyle tanıştırdı. Her
şey güzel gidiyordu. Bu şen şakrak kadın ilaç gibi gelmiş, bütün stresini
almıştı. Gülümseyerek yerleşti yerine. Adının Şebnem olduğunu öğrendiği bu
kadın, ondan beklenenleri anlatmış, yapılan işi açıklamıştı. Bundan sonrasını
bir sürelik tek başına idare etmeliydi. Etti de. Çıkışa 20 dakika kala Şebnem
tekrar geldi elinde iki kahveyle. Uzattı birini ve son derece içtenlikle
gününün nasıl geçtiğini sordu. Sesinin iletildiği yere neşe saçan bir kadındı
Şebnem ve varlığı bütün gerginliğini almıştı kahramanımızın.
Ertesi sabah otobüste işe doğru ilerlerken kitabını
okuyordu. Bir şiir kitabıydı galiba. Kendi kendine kafiyeleri melodileştiriyor,
içinden daha da keyifli hale getiriyordu şiirleri. İçten serenadını tam
bitirmişti ki başını kaldırdı, bir adamla – otobüste karşılaşılabilecek
herhangi bir adamla göz göze geldiler. Gülümsendi karşılıklı. Bu aralar ne
iyiydi tüm insanlar. Ne güleç, ne enerji vericiydi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder