Kurduğum dünyada yaşamak zorundayım yoksa başkalarının kurduğu dünyalara dahil olmaktan başka şansım kalmayacak. Sonuçta bütün hayatlar kurmaca. Küçük kafalar. Kocaman dünyalar kuran minimini kafalar.
Kafaların içinde fır dönen gözler. Gözler gördükçe, burunlar kokladıkça işe koyulan beyinler. Neler neler kurarlar. Kurmaya bayılırlar. Hayaller, hedefler kurarlar. Delirmek isterler. Akıllanarak delirmeyi en çok isterler. Öyle kolay mı? Daha çok çalıştır beyni. Daha çok. ÇALIŞ! Birkaç insan duymuştum çok deli olduğunu iddia eden. Komik kafalılar sizi.
Ah siz de mi çok iyi bir insansınız? Ben de öyleyim. Az önce sordum, şuradaki bey de öyleymiş. Biz hepimiz çok iyiyiz. Kol kola girip kırlarda koşmak isteriz ama kırlar çok uzak. Asfaltta koşalım mı? Ama düşersek oramız buramız acır. Ben koşmam.
Kurduğum dünya da yaşamak zorundayım. Yoksa şu çocuklarla oynamaya başlarım yine ve çok sıkıldım o oyunlardan. Kendi oyunumu bulana kadar böyle değişik sıkılmalarla eğlenmeye karar verdim. Benim kurduğum dünya da böyle oluversin. Seninki çok mu farklı? Sen de başka türlü eğlendiriyorsun kendini.
Hep çamaşır suyundan böyle oluyor. Ne koyuyorlarsa içine. Aromalılar güzel kokuyor. Binaların içleri tertemiz oluyor onlarla. Hele aseton. En güzel koku onda. Pembe olanı süper.
Kafam çok dolu bu aralar. Karışamıyor bile. Ayrı ayrı her şeyin yeri. Herkesin yeri de öyle. Bir türlü karıştıramadım hepsini birbirine. Bir tek çamaşır suyuyla aseton arasında ilişki kurabiliyorum.
Temizlik yaptım biraz. 2011 ajandamı buldum. Bir sürü şeyle dolu. Büyük ihtimalle gidilememiş bir sürü şey. Artık yazmıyorum bile. Kendini tanımak güzel.
Şubat 26, 2014
Şubat 11, 2014
Bütün mesele mutlu ya da kızgın olmak
Bütün mesele mutlu olmak ya da kızgın olmak. bu ikisi içimdeki potansiyelin dışa vurumu için ideal iki duygu durumu. mutluyken ve kızgınken içimde her şeyi başarabilecek bir güç doğar. bu yüzden de beni mutsuz eden ya da kızdırmadan sinir eden şeylerden kaçınmak biricik istediğim ve çabam. içimde kontrolü sağlayan o gücü hissetmeyi severim.
mutluyken ve kızgınken düşünmeye dalıp etrafımda olanları fark etmeden yaşayabilirim - yaşayabiliyorum. öyle hissetmeyi seviyorum. metrodan çıkıp eve yürürken yolun ortasında nerede olduğumu fark ettiğim anı severim. birlikte mutlu olduğum biriyleyken hızlı geçen zamanı ve işe gitmeme birkaç saat kaldığını fark ettiğim anı severim. böyle zamanlarda gayret ettiğim şeyleri yapabildiğimi görüyorum. kitap okurken beni kızdıracak bir cümle okuduğum zaman kafamdan geçen hızlı düşünceler beni iyi hissettirir. saniyede onlarca şey düşünme kabiliyeti gelir ve kapasitemi görüp sevinirim. mutluyken içimde sonsuz enerji varmış gibi hissederim. içimden gelen her şeyi yapmaya yetecek enerji. bu enerjiye bayılırım.
bunu sağlamak için çaba sarf etmeden içimden gelenleri engellere rağmen çaba sarf ederek hayatıma uygularım. çevremde dönen uyarıların veya diğer türlü lafların cesaretimi kırmaması için çaba harcarım. cesaretimin kırıldığını fark ettiğim zamanlar en mutsuz olduğum zamanlardır. saplanıp kaldığım kurtulamadığım öz eleştiriler beni durdurduğu zaman mutsuz olurum.
sonra kızarım kendime. bu kadar acayip bir dünyada ben uymazsam kurallara dünya patlarmış gibi davrandığım için kızarım kendime. sonra kızgınlığımın verdiği enerjinin keyfini sürerim çünkü o zaman başa döner her şey ve kızgınlığımdan aldığım güçle hayatımın kontrolünü tekrar ele alırım.
iyi hissetmek kolay değil.
özellikle yazdan beri beklenen seçimler iyice yaklaştı. daha önce siyasi mevzularda "Atatürk süper ya"dan fazla bir şey söylemeyen insanlar da dahil olmak üzere herkes merak içinde. herkes demeyelim aslında. bazıları tahmin ettikleri sonuca inanıyor istedikleri yönde olsun olmasın.
kime oy vereceğini bilemeyen çok insan var. bir o kadar da oy vereceği partiden ölümüne emin olanlar var tabi. eyvah yine bir yüzde elli mevzusu.
sağımız solumuz kötünün iyisi ve iyinin kötüsü dolu. bir parti için çalışan birileriyle tanıştım geçenlerde. yanlarında bir arkadaşım vardı. ona selam vermek üzere masalarına gittim. bir saate yakın parti övücülüklerini dinledim. tipimden (!) tahmin ettiler kime oy vereceğimi. ben onların ne taraftan olduğunu tahmin edemedim başta. "ama şu an iktidara karşı birlik olmalıyız" dediklerinde anladım. tamam birlik olalım ama nasıl olacak?
- ama, dedim, ben milliyetçi değilim.
- biz milliyetçi değiliz, dediler.
- a aaa nasıl yani? yoksa kürt arkadaşlarınız da mı var, dedim.
-tabi ki, dediler. (!)
içimden "oh my gosh" dedim. çünkü milliyetçi değildim. istediğim dili konuşabilirdim.
- e, dedim, lgbt?
- bizim de lgbt aday adaylarımız var, dedim.
- harikasınız, dedim.
büyükşehir belediyesi adaylarına bok attım. "ay öbürü çok mu iyi" dediler. kötü olduğunu biliyolarmış da rakip partiyle kapışabilecek tek kişi oymuş. bi yerden kazanıp bi yerden kaybettiklerinin farkında olup olmadıklarını sordum. farkındalardı. her şey kontrol altındaydı. "bakcaz yhaaaaa" diyip kaçtım sonra masadan.
Şubat 04, 2014
Bu kadar rezillikler içinde günlük yaşantısını devam ettirmeye çalışan çok acılı bir toplumuz. Günlük muhabbetlerimizi, gülüşmelerimizi sürdürürken bir yandan okuduğumuz, duyduğumuz olaylar-haberlerin vahşet seviyesini algılayamıyoruz sanki. Öyle böyle değil olanlar.
Ali İsmail Korkmaz, 19 yaşındayken polis tarafından protesto hakkını kullanırken dövülerek öldürüldü. Aylar geçti. Bugün davasında şu konuşmalar geçti:
avukat: görüntülerin sizin elimizdeyken silindiğine ilişkin rapor var.
sanık: ben silmedim.
avukat: kameranızın çalışmadığını söylediniz. peki çalışmayan kameranın görüntülerini nasıl yedekleyip mahkemeye sundunuz?
sanık: susma hakkımı kullanıyorum."
Kanımız dondu okudukça. Haberleri en doğru takip edebileceğimiz kaynakları belledik ve takip ettik davayı. Konuşulan her şey inanılmaz. Yorum yapmak da zor, karşılık vermek de. Okudukça kafamda sabit dönüp duran cümle şu: "Nasıl bu kadar kötü oldunuz?" Aklım almıyor. Empati kuramıyorum. Ne düşünmüş, ne hissetmiş olabilir bu katil polis? Onu koruyan, yönlendiren, hak veren ne hissediyor olabilir? Var mı hisleri? Gece yatınca neler geçer kafalarından? Akıllarına gelir mi bu işten sıyrıldıklarında bir gün bir kuytuda yakalanıp kafaların karınlarına vurularak öldürülme ihtimalleri gencecik çocuğa yaptıkları gibi? Yoksa bilirler mi onlar gibi vahşileşmek için çok korkunç bir kalp gerektiğini?
Aklım almıyor. Düşünüp düşünüp anlayamıyorum.
Oturuyoruz evde. Çayımızı içip havadan sudan konuşuyoruz. Yatmadan biraz internette gezineyim diyorum bu kez de bir başka haber takılıyor gözüme. Başlığı şu: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı kan donduran bir öneriye imza attı: "Tecavüzcüsüyle evlenmişse çocuk istismarı davalarını düşürelim."
Nasıl ya?
Beyniniz nerde ki böyle şeyler düşünebildiniz? Siklerinizi yoksayıp düşünmeyi hiç mi denemezsiniz? Onlar ve ben ve iyi insanlar nasıl oluyor da aynı dünyada/ülkede/şehirde/binada yaşıyor olabiliriz? Bir kısım insan bunca sevgi doluyken siz nasıl böyle oldunuz?
Hiç göremiyor musunuz, iyi insan olursanız mutlu da olursunuz? Bunun güç ya da parayla ilgisi yok.
Mutluluk değil belki de istediğiniz. Sizi anlayamadığımı başta da söylemiştim.
Bildiğim tek şey vahşet, nefret sizi bitirecek.
Ali İsmail Korkmaz, 19 yaşındayken polis tarafından protesto hakkını kullanırken dövülerek öldürüldü. Aylar geçti. Bugün davasında şu konuşmalar geçti:
avukat: görüntülerin sizin elimizdeyken silindiğine ilişkin rapor var.
sanık: ben silmedim.
avukat: kameranızın çalışmadığını söylediniz. peki çalışmayan kameranın görüntülerini nasıl yedekleyip mahkemeye sundunuz?
sanık: susma hakkımı kullanıyorum."
Kanımız dondu okudukça. Haberleri en doğru takip edebileceğimiz kaynakları belledik ve takip ettik davayı. Konuşulan her şey inanılmaz. Yorum yapmak da zor, karşılık vermek de. Okudukça kafamda sabit dönüp duran cümle şu: "Nasıl bu kadar kötü oldunuz?" Aklım almıyor. Empati kuramıyorum. Ne düşünmüş, ne hissetmiş olabilir bu katil polis? Onu koruyan, yönlendiren, hak veren ne hissediyor olabilir? Var mı hisleri? Gece yatınca neler geçer kafalarından? Akıllarına gelir mi bu işten sıyrıldıklarında bir gün bir kuytuda yakalanıp kafaların karınlarına vurularak öldürülme ihtimalleri gencecik çocuğa yaptıkları gibi? Yoksa bilirler mi onlar gibi vahşileşmek için çok korkunç bir kalp gerektiğini?
Aklım almıyor. Düşünüp düşünüp anlayamıyorum.
Oturuyoruz evde. Çayımızı içip havadan sudan konuşuyoruz. Yatmadan biraz internette gezineyim diyorum bu kez de bir başka haber takılıyor gözüme. Başlığı şu: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı kan donduran bir öneriye imza attı: "Tecavüzcüsüyle evlenmişse çocuk istismarı davalarını düşürelim."
Nasıl ya?
Beyniniz nerde ki böyle şeyler düşünebildiniz? Siklerinizi yoksayıp düşünmeyi hiç mi denemezsiniz? Onlar ve ben ve iyi insanlar nasıl oluyor da aynı dünyada/ülkede/şehirde/binada yaşıyor olabiliriz? Bir kısım insan bunca sevgi doluyken siz nasıl böyle oldunuz?
Hiç göremiyor musunuz, iyi insan olursanız mutlu da olursunuz? Bunun güç ya da parayla ilgisi yok.
Mutluluk değil belki de istediğiniz. Sizi anlayamadığımı başta da söylemiştim.
Bildiğim tek şey vahşet, nefret sizi bitirecek.
Şubat 03, 2014
Tek başıma
Taksim’de yürüdüğüm bir gece üç tane 10 yaşlarında çocuk etrafta koşturuyordu. Koşturmayı
bırakıp yanına yaklaştılar. İçlerinden biri “Abla bozuğun var mı?” diye sordu.
Tümüm var mı ki bozuğum olsun, diye düşünerek “cıks” dedim. Çocuk “Sigaran var mı peki?” sorusuyla devam
etti konuşmasına. “İçmiyorum ki.” –Yalan. İçiyordum ama 10 yaşında bir çocuğa
iyilik olsun diye sigara verecek değildim herhalde. “Abla sen ne tatlısın yaa,”
diyerek noktayı koydu çocuk. İçim bir anda cıvıldadı.
Şubat 02, 2014
Ayılana gazoz bayılana limon
Ayılana gazoz bayılana limon. Çünkü asla kendi haline kalmana izin verilemez! Bu mümkün değil, dostum!
Derin düşüncelere dalmadan yaşamak bir yandan şahane diğer yandan ölümcül. Düşünsene, kendine öğrettiğin her şeye karşı çıkmak zorunda kalıp, öğrenmişliğine sayıp sövmek.
İyi de ben bunları bunun için öğrenmedim. Daha güzel bir hayat yaşamaya çalışıyordum halbuki. Öğrendikçe özgürleşecektim hani?
Şimdi fark ediyorum ki öğrendikçe sınırlanan bir hale büründüm. Bunu yaşayan, hisseden çok insan var. Biricik olduğumu söylemiyorum.
Zorlukları güzel şeyler takip edebilir tabii. İyi de ben gelenek-görenek/norm/alışkanlıklar - adı ne zıkkımsa - bunların zorluklarla baş etmek zorunda bırakıldığım için kime nereye şikayet edeyim? Babama mı, o ailenin direği diye? Yoksa anama mı, anneler her şeyi bilirler diye? Babamı direkten saymazsam annem de bilmiyorsa? - adam neden direk olsun? kadın anne diye her boku neden bilsin? öğretilenlere sıçayım afedersin.
Yaşamak istediğim bu değilken, yapmak istedim milyar tane şey varken öğretilenlere direnmek zoruma gidiyor, beni kızdırıyor. Öğretilmişler ve kendime öğrettiklerim çatışıyor, parçalanıyorum. Benim parçalarımın biri ailemin evine, biri sokaklara, biri yataklara, biri okullara, biri kitaplara, hepsi başka yere gidiyor. Haliyle dağılıyorum. Bakıyorum kaybolmuş yapmak istediklerim parçaların arasında. Halbuki mutlu yaşamamız çok mümkün.
Hislerim, yaşadıklarım ve mantığım. Hepsi ayrı havada dans ediyor. Hepsi de ayrı ayrı dansa kaldırıyor beni. Ben bi o yana bi bu yana savrula savrula güya dans ediyorum. Kızıyorum sonra, "bi dur, istediğin hangisiyse onu yap" diyorum kendime.
Hislerim, yaşadıklarım ve mantığım. Hepsi ayrı havada dans ediyor. Hepsi de ayrı ayrı dansa kaldırıyor beni. Ben bi o yana bi bu yana savrula savrula güya dans ediyorum. Kızıyorum sonra, "bi dur, istediğin hangisiyse onu yap" diyorum kendime.
Bana yaşatılanlara kızıyorum ve iyice raydan çıkıp hepten uyumsuzlaşıyorum. En çok da hala bunu yapabilecek güçte hissetmemi seviyorum.
Etiketler:
aile,
ayılana gazoz bayılana limon,
bilinç akışı,
gelenek,
insan,
norm,
toplum
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)