Ekim 25, 2014

Türkiye'de Heteroseksüel Olmak

Tükiye'de heteroseksüel münasebet yaşamak gitgide zorlaşıyor. Yıllar boyu Arabistan gibi ülkelerde çok lezbiyen varmış, gibi lafları çok duymuştuk. Olayı lezbiyen kimdir açısından ele almayacağım. Pratikte neler oluyor, onunla ilgileniyorum.

Her neyse... Türkiye'ye geri dönecek olursak; daha küçük birer çocukken doğum günlerinde, düğünlerde kız kıza dans ederek başladı homonormatif hayatımız. Bu danslarla kız çocukları diğer kız çocuklarının bellerine sarıldı, ellerini tuttu.

Kızlarımız bir kızın elini tutmanın keyfini sürdü. Lezbiyen bir kız çocuğu sevdiği kızla istediği kadar samimi olabildi. Heterolarsa "ama o erkek çocuum, ona öyle yapma/böyle yapma"lar ile engellendi. Heterolar hiç öyle tüm akrabaların önünde sarmaş dolaş dans edemedi 15 yaşlarındayken.



Ailesiyle yaşayan lezbiyen kızlarımız da kültürümüz tarafından desteklenerek arkadaş adı altında eve getirdikleri kişilerle seks yapabildiler. Oysa heteroseksüel kişiler bunun için bir yer aradı hep. Boktan boktan ortamlarda mercimeği fırına vermeye çalıştılar. Kültürümüz ve aile yapılarımız lezbiyenliği o kadar normalleştirdi ki kızlar arkadaşlarıyla beraber yatınca sevimli ve çok samimi arkadaş olabildi ama heterolar asla bu şansa erişemedi ve hep yalan söylemek zorunda bırakıldı.


Homoseksüel öğrencilere yurtlarda sevgilileri ile beraber kalma fırsatı tanınırken heteroseksüellere yurt giriş saati hep mani oldu. Bu ülkenin hiçbir kurumu heteroseksüelleri desteklemedi. Her zaman homoseksüelliğe özendirdi ve bunu normalleştirdi. Yüzlerce hemcinsiyle aynı yurtta kalan homoseksüellerin beğendikleri kişilerle sosyalleşmesi kolaylaştırılırken heteroseksüeller aynı binaya bile sokulmadı. 



Bu ülkede yetki sahipleri bile heteroseksüelleri marjinalleştirerek birlikte oturup sohbet etmelerine şaşıracak kadar homonormatiftir. Fakat bu durum Türkiye'de heteroseksüellerin günden güne daha zor iletişim kurabilmelerine sebep olup gizli kapaklı buluşmalar düzenlemelerine bile yol açmaktadır.



Öte yandan başbakanın bile evlerde heteroseksüel ilişkilerin dönmesinden rahatsız olduğu bu ülkede homoseksüellerin böyle rahat cinselliklerini yaşıyor olması ortada bir adaletsizlik olduğunun kanıtı.




Ben herkesi ayrımcılığa destek değil köstek olmaya davet ediyorum. Cinsel yönelim eşitsizliğine izin vermeyelim, verenleri uyaralım.

Hayırlı işler,

Bol güneşler...

Yoga Yapan Birinin Kemikleri Nasıl Gözükür?


İnsanlar artık ipini kopardı. Gün geçmiyor ki yeni bir enteresanlıkla karşılaşmayalım.

Bugün karşılaştığım bir videoda yoga yapan birinin iskeleti vardı. Yoga pozlarında iskeletin nasıl gözüktüğünü görmeyi amaçlayan çalışma bu pozları birbirine bağlayan hareketleri de kapsıyor.

Şunu da söyleyelim, video tamamen 3D animasyon, mocap kullanılmamış ve hiçkimse gerçekten radyasyona maruz bırakılmamış.


X-ray Body in Motion - Yoga from hybrid medical animation on Vimeo.

Ekim 22, 2014

Hermann Hesse - Sidarta


Gerçeklerle işimiz yok. Sidarta gerçekte kimdi, neydi önemli değil. Biz Sidarta'nın ta kendisini, daha romanın en başından binbir türlü övgüler alan oğlancığı konuşalım.

Çeşit çeşit şahaneliklere sahip Sidarta'nın öyküsü teknik açıdan düşünülecek olursa kuralına uygun yazılmış. Baştaki dinginlik biraz kısa verilmiş ama yine de orada. Sidarta, Brahmanlar Prensi ve geleceğin büyük bir bilge kişisi...

Gel gör ki durumdan memnun değil genç bilge. Ruhunu dopdolu hissetmiyor. Onu huzursuz eden boşluklar var ve o boşlukları doldurmaya kesin kararlı. O kararlı olmasaydı Hermann Hesse bize böyle bir kitap yazabilir miydi? 

İşte Sidarta böyle, içindeki boşluğu dolduracak olan gerçek bilgiye ulaşmak için kitap boyunca seyahat eder. Tam oldu, derken boşluk yerini korumaya devam eder. Ormanda yaşar bedevi olur; kentte yaşar dilenci olur. Hızını alamaz tüccar olur. Kamala'dan seksi öğrenir. 

Feminist bakış: Kamala sonunda yılan sokması sonucu ölür. Herkes bilir ki yılan erkeklik organını simgeler. Kamala alenen kaliteli orospudur ve elbette ataerki onu yok edecektir.

Bir ömür süren serüven sonunda, Sidarta aradığı bilgeliği bulur -o kadar da spoiler olmasın diye nerede bulduğunu söylemeyeceğim.

Bilinçli bir hayat yaşamamış fakat sonunda amacına ulaşmıştır. Sidarta belki de insanlığın tümüdür. Herkesin hayatını bir ömre sığdırmış ve sonunda doğaya dönüp huzura ermiştir. Belki de bana öyle gelmiştir.

NOT: Sidarta'yı farkında olarak böyle yazdım. Okuduğum çevirisine sadık kalasım geldi.

Ekim 21, 2014

James Blunt "You're Beautiful" İçin Özür Diledi!

James Blunt "'You're Beautiful' insanlara zorla sevdirildi. Şarkı da üstüme yapıştı," diye ağlamış. Adam lanetlendiğini hissediyormuş. Bir şarkı yaptım, kurtulamıyorum Doktor Erol Beey, diyormuş.

Üzüldüm.

Şarkıyı bilmeyen cahiller için:


Adamın şöyle daha tatlış şarkıları da var aslında:

Ekim 18, 2014

Joan Cornella'nın Karikatürleri Ne Diyor?

İspanyol bir karikatürist olan Joan Cornella kendi özgü tarzıyla karikatürlerini konuşturuyor hem de deli deli.

Siz de birkaçını buradan görebilirsiniz:


Ekim 07, 2014

Uyanış

İlk uçağa atlayıp hiç düşünmeden çekip gitmek, uzaklaşmak istemişti hep.

Yapamadı...

Yıllarca bekledi. Birlikte gidebileceği birini bulmak için bekledi. Bir dost, bir sevgili, kim olursa olsun ama biri olsundu.

Hiç kimse bu kadar yakın gelmedi ona. Sonunda da hiçbir yere gidemedi. Hayalleri havada asılı kaldı. Ne gerçek ne yok oldu...

Aslında umutsuz sayılabilirdi. Neler hayal etmişti. 20'li yaşlarının sonunda neler yaşamış olacaktı ama 35 yaşına gelmişti ve bu soğuk evde öylece oturuyordu işte.

Düşüncelere daldı, makinedeki çamaşırı unuttu. Kocası gelmeden yapacağı işler vardı. Hepsini unutuverdi. Hayallerini hatırlıyordu birer birer. Yaşadıklarını nasıl da sorgusuz ve tepkisiz kabullenmişti. Teker teker vazgeçmişti hayallerinden. Bu durumu kabullenip başka biri olmuştu.

15 yıllık bir uykudan uyanmış gibi bakıyordu etrafına. 15 yıldır bu evde yaşıyordu ama her şey çok farklıydı. Ayağa kalktı, evi dolaşmaya başladı. Çok yorgun hissediyordu. Çamaşır ipine uzanmaktan yorulmuştu, ütüye buhar versin diye su doldurmaktan sıkılmıştı, domateslerin kabuğunu soymaktan sıkılmıştı, en geç 7 buçukta evde olmaktan da sıkılmıştı.

Bunları neden yaptığını düşündü, anlayamadı. Çamaşır için, ütü için, domatesler ve saat için, hiçbiri için geçerli bir sebep bulamadı. Sanki görünmez bir ip bağlamıştı onu buraya ve görünmez ip tamemen yok olduğu zaman da ipin izin verdiği kadar hareket etmeye devam etmişti.

Düşündükçe kanatları çıkıyormuş gibi bir kıpırtı hissetti göğüs kafesinde. Şöyle bir baktı kendine çenesini gerdanına yaklaştırıp. Daha önce hiç bakmamış gibi tanıyamadı memelerini, omuzlarını.
Kendine baktıkça hayret etti, nasıl her şeyden vazgeçip umutsuzuğa kapıldığını anlayamadı. Değişmişti sanki tüm ruh hali, eskisini anlayamıyordu. Hayalleri canlanmıştı tekrar...

Sanki yıllardır durmuş olan zaman bir anda yoluna devam etmeye başlamıştı. Heyecandan kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu. Pencereye yanaşıp biraz hava almak istedi, pencereye ulaşamadan her yer karardı. Bacakları titredi...

Bilinmeyen bir zaman sonra

Bayılmış, olduğu yere düşüvermişti. Sonra ne kadar zaman geçti ne oldu bilmiyordu. Kendine geldiğinde gürültülü bir yeryerdi. Gözlerini aralayacaktı ama etraftan gelen sesler yüzünden tereddüte kapıldı. Yavaş yavaş açtı gözlerini. Bir yandan sesler bir yandan gözlerini delip geçen ışık... Rahatsız olmuştu.

Odada belki 10 kişi vardı. Herkes birden konuşuyordu. Kimsenin kimseyi dinlemediği bu odada neler oluyordu?

Tuhaf bir koku doldurmuştu odayı. İğrenç. Mide bulandırıcı.

Ağızlardan çıkan sözler bu pis kokuyu yayıyordu sanki. Sürekli açılıp kapanan çirkin ağızlar. "Susuuun!" diye bağırmak istedi. Hareket etmekte zorlandı. Uzun zamandır orada yatıyor olmaylıydı.

Odadakilere hızlıca bir baktı. Ortalıkta gezinen küçük bir çocuk dışında kimse gözlerini açtığını fark etmedi. Herkes konuşmaya dalmıştı.

Küçük çocuk yataktaki hastanın gözlerinin açıldığını görünce hortlak görmüş gibi bağırmasa kimse uyandığını fark etmeden bu odadan çıkıp gidebilirdi. Temiz hava almaya ihtiyacı vardı. Kimseyle uğraşmadan açık havaya çıkabilirdi.

Ama çocuk, loş ışıkta parıldayan mavi gözleri görünce çığlık atarak gerisin geri kaçmaya başladı. Herkes bir anda dönüp hastaya baktı.

Hasta en az onlar kadar çok şaşırmıştı. Çünkü hiç kimseyi tanımıyordu...

Bir süre bakıştı diğerleriyle. Ne onlar ne de kendisi bir şey demedi. En sonunda bu ilişkiyi bir adım öteye taşıyan yine küçük çocuk oldu.

"Noolmuş ona annee?"

"Aaa! Uyanmış."

"Ölü değil miydi?"

"Ölse açamazdı gözünü, kızım. Ölmemişti."

"Çok mu hasta olmuş?"

"Evet, bebeğim."

"Bak iyileşti şimdi. Koş perdeyi aç."

Çocuk pencereye doğru koştu. Upuzun pencerelere bakılırsa eski bir binadalardı. Ne insanlar ne de oda tanıdıktı. İndi yataktan yavaşca. Yatağın yanındaki sürahi ve bardağı görünce bir bardak su içti. Ferahladığını hissetti.

Çocuğun yanına seğirtip perdeyi açmasına yardım etti. Güneşliydi hava. Daha da delindi gözleri. Ama hoşuna gitti. Çocuğun elini tutup onunla birlikte odadan çıktı. Biraz yürümek istiyordu. Bacakları uyuşmuştu hareketsizlikten. Kısa bir yürüyüşe çıktılar küçükle.

"Sana ne oldu?" diye sordu çocuk.

"Tam olarak hatırlamıyorum. Evdeydim, pencereye yaklaşmak üzereyken bayılmıştım. Evet, şimdi hatırlıyorum. Kaç gün önceydi, bilmiyorum ama bayıldığımdan eminim."

"Çok acıdı mı?"

"Bilmiyorum..."

"Gel, geri dönelim. Annem merak eder."

Geri döndüler hiçbir şey söylemeden çıkıp gittikleri odaya. Hiç dönmeseler de anne kızı aramaya çıkmayacaktı sanki. Daha kapıdan çıkarken onları unutmuş gibi gözüküyordu. Çocuk annesine sarıldı.

"Anne, ben büyüyünce..."

Bayıldıktan 15 dakika sonra

Gözlerini açtığında yerde yatıyordu. Evde yalnızdı, nereye gitmişti az önceki insanlar? O çocuk? Gördüklerinin baygınken gördüğü bir rüya olduğunu anladı. Onu tanımayan ama hasta odasında bekleyen insanları hatırladı. Tüyleri ürperdi. Yalnızdı yine. Saate baktı, 6'yı geçiyordu.

Huzursuz oldu. Kalktı yerden. Mutfağa gidip bir bardak su doldurdu. Bardakla beraber yatak odasına gitti. Tuvalet masasının koltuğuna oturup gözlerine baktı bir süre. Bir yudum aldı sudan. Gözlerini gözlerinden hiç ayırmadı.

Bir anda bütün suyu içip ayağa kalktı. Üzerini değiştirdi. En sevdiği elbisesini, altına da bazada sakladığı kırmızı parlak deri çizmesini giydi. Kırmızı rujunu ve altın renkli farını sürdü.

15 yıldır biriktirdiği tüm altınlarını, paralarını küçük çantasına koydu. Toplasan 5 bin lira belki ederdi. Yine de bir süre idare edebilirdi bu parayla. Bir iş bulana kadar rahat ederdi.

Hiçbir şey yokmuş gibi çekti kapıyı ve terk etti evi. Bir daha dönmemek üzere. Onu hiç tanımadan yüzüne bakan bu insanlarla bir arada yaşamaktan tiksinmişti bir anda. Hiç düşünmedi. Hiç tereddüt etmedi. Arkadaşına dönüp bakmadı kaçıyı çekerken.

Küçükken annesine büyüyünce dünyayı gezeceğini söylemişti.

35 yaşındaydı ve dünyayı gezmeye gidiyordu.

Ekim 02, 2014

Politik & Psikolojik Bir Rüya

Rüyamda öyle bir şey gördüm ki kendi psikolojim bana bir yabancı gibi geldi...

Şöyle: toplumdaki çıkıntıları temizlemek ve iktidardakilerin istediği toplumu kurmasına destek olmak için polis tarafından bizi yere topluyordu. Tanıdık tanımadık bir sürü insan tek katlı, küçük bir bahçesi olan tatlı bir eve toplanıyorduk. Kapıda, bahçede, evin içerisinde polisler geziniyordu. Ellerinde bellerinde silahlar vardı.
Bulunduğumuz eve sürekli yeni insanlar getiriliyordu. Gelenlerin hepsi korku doluydu, zamanla alışıyorlardı ve yaşayıp gidiyorduk.

Bazen arkadaşlar hasta oluyordu. Onlarla ilgilenilmesi için çok çaba sarf ediyorduk. Sonunda ilgileniyorlardı. Kimse ölmemişti. Kimse aç değildi. Sadece bulunduğumuz mekan yetersizdi. Daha fazla insan gelirse ne yapacağız, diye endişe ediyorduk.

İlk başlarda polisten nefret ediyorduk. Olabildiğince göz göze gelmiyor, gelsek de nefretle bakıyorduk. Yardım etmeye çalıştıklarında bile sevmiyorduk onları. Silahlarından, ellerinden, bakışlarından nefret ediyorduk. Bizi buraya kıstıranların eşyasıydı bizim gözümüzde her biri. Başka da bir değerleri ya da anlamları yoktu.
Zamanla daha iyi geçinmeye başladık. Çok kötü davranmıyorlardı bize. Kimseyi dövmüyorlardı. Hakaret etmiyorlardı. Yine de söz hakkı polisteydi. Onların izin verdiği ölçüde hareket edebiliyorduk. Bir şeyi yapmamıza izin vermiyorlarsa yapmıyorduk. Hiç kimse itiraz etmiyordu. Yalnızca izin verilen alanda dolaşıyor, asla kurallara karşı çıkmıyorduk. 

Yeni insanlar gelmeye devam ediyordu. Çok kalabalıktık ve daha kalabalık oluyorduk...
Sonra bir sabah uyandık. Bir polis artık oradan çıkabileceğimizi söyledi. Özgür bırakılacaktık sonunda! Bazılarımızın hasta olduğu, bazılarımızın aşk yaşadığı o bir nevi hapishaneden ayrılırken içimde bir burukluk hissettim. Herkesi çok özleyecektim. Bütün arkadaşlarıma sarılıp onlarla vedalaştım.

Polisler hala yanı başımızdaydı. Dönüp polislere sarıldım, onlarla da vedalaştım. Bunu zorla değil sevgiyle yapmıştım.

Sonunda hassktr! diyerek uyandım. Beni böyle delirttin sevgili ülkeciğim.