Temmuz 21, 2011
Kuver
Ofisten arkadaşımın eline geçen bir restoranın menulerinin hepsinde KUVER diye bir şey vardı. Bu nedir acaba diye birbirimize sorduk fakat bir sonuç çıkmadı. bunun bir ekmek veya bir çorba olabileceğini düşündük. Google'lamaya devam ettik ve çok alakasız bir şey olduğunu öğrendik. Küver meğersem, restoranlarda servis (peçete, tuz, limon, karabiber vs.) ve bunun karşılığında alınan para demek oluyormuş.
Daha bilirkişi ağzıyla tanım şu; Ekmek tabağı ve bazen servis tabağı, çatal, kaşık, bıçak takımları, özel yemek takımları, bardaklar, menaj takımları ve peçetelerin düzenli bir şekilde, her konuk için hazırlanmış şekline kuver denir. A la Carte Kuver, Table d Hote Kuver, Ziyafet/Banket Kuveri, Bufe Kuveri olmak üzere farklı çeşitleri vardır.
Bi günlükvari yazı da benden olsun o halde
Bugün -yine- uyuyakalıp işe vaktinde gidemedim. Şaşırtıcı bir şekilde, bir sürü iş yaptığım halde vaktinde de her şeyimi bitirdim. Fulltime çalışmaya mı alıştım yoksa hiç geç çıkasım olmadığından çok mu aceleyle yaptım her şeyi bilmiyorum.
Temmuz 20, 2011
dut ağacı
Uzaklardan geçen bir uçak gibi gelir bazen sevinçler. Işıkları yanıp söndükçe senin de içindeki çocuk çok sevdiği dut ağacına çıkar korkusuzca. Dallarından sarkar hep yaptığı gibi –eskiden. Dutları hızla atar ağzına. Bazılarının üstünden o kötü tadı veren böcek geçmiştir. Neye benzediğini hiç bilmediği o böceğin tadını bozduğu dutlar gelince ağzına yüzünü ekşitir. Tükürmez ama ağzından kötü tatlı dutu. Onu da öyle sever. Onu yutarken yeni dutlar koparıp atar ağzına.
Fakat ağaçtan bağımsız sevmediği o diğer böcek ağacı ondan daha çok sahiplenmişse, arası açılır çocuğun ağaçla. Zamanla ağaca çıkarken tedirgin olmaya başlar. Eskisi gibi dallarını kucaklayamaz ağacın. Çocuğun suçu mudur bu? Hiç değil. Sevmiyorsa sevmez işte. Ağaç değildir aslında sevmediği. Belki biraz zoruna gitmiştir o ağacı böyle severken ağacın o sevilmeyen böceğe kucak açması. Ağacın bu hali bir yandan daha da sevdirir çocuğa ağacı ama uzaktan bir aşka dönüşür artık aralarındaki.
Temmuz 15, 2011
Bakın nasıl güze bir şey var burda. Doğuştan queer bir kelebekçik. Ne dişi ne erkek. İki cinsin de güzelliğini taşıyor kanatlarında, antenlerinde. O ööyle uçuşuyor, biz de dünyanın her yerinden onu izleyip kıskanıyoruz. Son günleriymiş herhalde artık. Güle güle uçsun.
fotoğrafı da hakkında bilgiyi de şurdan buldum: http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2011/07/110713_he_she_butterfly.shtml
Temmuz 14, 2011
Fark
Böyle bir laf etti çok sevdiğim biri benim için. Nasıl hissetmem gerektiğine karar veremedim, aval aval baktım. Sonra gülümsemeyi seçtim. Hoşuma gitti herhalde farklı olmak. Farklı olmayı mı severiz biz hep? Kimseye benzememek çok mu güzel bir şey?
Temmuz 12, 2011
Bregoviç ve sevgilim
Dünyanın nefesinin ellerin devinimleriyle birleşmesi dünyanın çok uzak bir yerlerinden gelip balkonumu dolduruyordu. Yumuşak yumuşak çalıyordu Bregovic çalgısını. Balkonla birlikte zaten çiçek açmış olan ruhumu da dolduruyordu. Ara sıra hızlanıyor, sonra tekrar yavaşlıyordu ve ellerimden tutmuş beni dans ettiriyordu sanki her tınısı müziğin. Balkonda elimde kahvem ve sigaramla, ayağımı yakan güneşle dans ediyordum. Gözlerimin önünde sevgilimin yüzü vardı. Dans devam ettikçe gülen ağzı geliyordu gözlerimin önüne; sonra sırayla güzel dişleri. Başımı kaldırıyorum ve pırıl pırıl gözlerini görüyorum. İçim açılıyor. Güneşin yaktığı ayağımı unutuyorum. Kahvem içimi serinleten bir içkiye dönüşüveriyor. İçimdeki çiçeklerin de yüzü gülüyor.
ters/düz
Bir an önce sabah olsun diye heyecanlandığımız için uyuyamayız ya bazen işte öyle bir gece bu gece de. Uyuyamadıkça sabah daha da uzaklaşır. Oysa uyuyuversek ne olduğunu anlamadan sabah da oluverecek. Her ne için heyecanlanıyorsak, o şeyin/işin/kişinin kucağında buluvereceğiz kendimizi. Fakat olmaz işte. Her nerdeyse o uyku, kimin gözlerindeyse gelip bizim gözlerimizi bulmaz. Heyecanlı heyecanlı yarının hayaliyle/planlarıyla geceyi uzattıkça uzatırız. Gece uzadıkça da yavaşlar zaman, bazen durduğunu bile sanabiliriz. Aşığa kavuşma günüyse yarın, onun gözleri, dudakları canlanır gözümüzün önünde. Uyumak için gözlerimizi yumarız, sevgiliye sarılıp, onun kokusunu içimize çekerek küçük küçük öptüğümüzü görürüz. Oysa kısa bir boşluk ve ardından gelen uykudur sevgilinin kokusunu gerçekten içimize çekmek için gereken. İzin vermez heyecan. Açar gözlerimizi karanlığın ortasına. Karanlık oda sevgilin güzel yüzüyle dolar taşar. Sonra kalkar bir müzik açarız ve odada kendi kendimize dans ederiz. Onunla dans ediyormuş gibi, ellerimiz sevgiliyi sarmış gibi yapıp döneriz odanın içinde. Belki sevgiliyle hiç yapılmamıştır ve yapılmayacaktır o dans ama o an için sizin dansınızdır o.
Bir de sabah olmasın diye uyumak istemediğimiz geceler vardır. Hakikaten de uyumayız ama sabah olacak olan her neyse sabaha kadar sabah olmuş ve olan olmuş gibi hissederiz acıyı. Uyusak kabuslar görmekten korkarız, uyanık kalsak sabahı düşünüp kahrolmaktan korkarız. Böyle gecelerde hep korkarız ve kendimize/korkumuza inat en üzücü şarkıları dinleriz. Dinledikçe acımızı daha da derinleştiririz. Acılar derinleştikçe de tüm şarkılar bize yazılmaya başlar. Her kelimede kendimizi bulur daha sıkarız dişlerimizi. Hayır, yarın onu son göreceğimiz gün olmamalıdır. Fakat öyledir işte. Yarın sonudur onunla ilgili her şeyin; tüm sarılıp uyumaların, onun kokusunun, teninin güzelliğinin, bize bir şeyler anlatırkenki heyecanını izlemenin… Sonudur yarın ve son konuşmayı yapmak için de olsa onu bir kez daha göreceğimize sevinecek kadar umutsuz haldeyizdir. İçimizde koca bir duman bulutuyla kıvranırız yatakta. Nefes almamızı zorlaştırır bulut. Sabah olmasın, diye dualar ederken tanrıya lanet ederiz diğer taraftan.
Ve bu iki paragraftan hangisinin sonra yazıldığı önemli aslında. Hemen hepimiz çok iyi tanırız bu iki duyguyu da. Haksızsam söyleyin.
Romantik şeyler
Gözleri derinleri görüyordu, bizlerin görmediklerini, çok içerileri. Her nefes alışında kızgınlık ve gösterişle içine çekiyordu sigarasının dumanını. Görenler tütün yerine bir şeyleri, hoş olmayan bir şeyleri yaktığını hemen anlayabilirdi. O güzel gözleri nasıl olup da öyle sert bakıyordu dünyaya? Hayret!
Oysa istediği ya da iyi hissettiği zaman hisleri çıkıveriyordu gözlerinden ve karşısındakinin hislerine sarılıyordu. Karşısındakinin hislerini öpüp kokluyordu ve tanıyordu onu. Seviyordu yumuşak yumuşak fakat derin derin. Karşısındakinin tüm sevgi ihtiyacını karşılayacak kadar derin. Gözleri öyle güzel bakıyordu ki, karşısındaki, dünya üzerinde başka hiçbir şeyi görmek istemiyordu. Her şey sıradan geliyordu gözlerinin anlattığı hikayelerden sonra. Sevmenin ne olduğunu bir bakışta anlatan bu kadına sarılmak kadar huzur veren ne olabilirdi ki?
Temmuz 05, 2011
Ne diyordum? Evet, şiir yazdım bugün. Pek de tatlı bir şiir oldu. Sizinle de paylaşayım dedim. Tadını çıkarın:)
Yok sandımdı oysa ki.
Çiçekler açtı içimde,
Ayça yüzüme gülünce.
Yere göğe sığmadım,
Itırları kokladım.
Çekti beni kendine,
Onun güzel sesine,
Kim sus diyebile.
Severdi o taşı, kuşu,
Elinden gelirdi her işi,
Verirdi sevgisini herkese ama,
İtirazı vardı mime lama,
Yerleşmişti kalbime,
Ortadaydı ne hissettimse,
Ruslara benzerdi kendisi,
Umrumda mıydı nereli?
Mutlu mesut yaşayalım neş'eli.
:)bitti.