Aralık 27, 2010

Normal


küçük bir kız vardı ama kızcağız bile değildi. Ne çok eğlenceli ne de çok hüzünlü bir hikayesi oldu. Bu yüzden de masallara, filmlere hiç konu olamadı. çocuklar için normal sayılacak bir saatte uyanır, normal oyunlar oynar, normal bir saatte de uyurdu.

Aralık 23, 2010

zaman

Bir kadına aşık oldum ve bu her şeyin değiştiği zamandı. Alışkın olduğum bir durum değildi. Dünyayı önceden gördüğüm gibi görmüyordum. Ben, onlar, herkes çok farklıydı.Hepimizin hayallerde yaşadığını biliyorum. Kendi kendine konuşmaktan başka hiçbir şey gerçek değildi. Bu bile zaman zaman hayaldi. Konuşmalar yalandı. İnsanlar sahte bie görünümdeydiler. Şeyler gerçek değildi. doğa bile bizi aldatıyordu. ilkbahar ve sonbahar zaman zaman bazı renkleri gizliyordu bizden.

Her şey aniydi.

Süreç denen bir şey aslında yoktu.

Aralık 10, 2010

Kabus


Çok koştum kabustan kaçabilmek için. İnsanlar beni kandırmaya, yolumdan çevirmeye çalıştıkça ben koştum. Kolumdan tutup savurdukları da oldu. Ben koştum. Savurdukları kadar koştum. Ne istediğimi biliyordum. Korktuğum şeyin ne olduğunu biliyordum. Ve çok koştum ulaşabilmek için. Kendimi unutup koştum. Gözlerim kapalıydı. Kendimi çabasız sanıp kızarken ben aslında koşuyordum. Nefes nefese değildim. Kafam karışıktı, koşarken bile kararsızdım ve korkuyordum.

Sonunda düştüm. Metrelerce. Gözlerim açıktı. Duvarın yanımda akışını gördüm. O aktı, ben düştüm. Saniyelerce derine indim. Suya çarpmadım, çarpamadan öldüm.

Kasım 29, 2010

deri ticareti serüvenleri


nedenini tam olarak anlatmadan yola çıkar genç. bilmediği bir yere gider. hakkında neredeyse hiçbir şey bilmediği bir kadının adresi vardır elinde sadece. huzur için durur öyle cebinde ya da trenin tuvaletine yakıştıramadığından atamamıştır, bilemeyiz tabii. ruhunu bulmak zordur gencin, kaçar gider bedeninden. bedenini savunmasız, midesi kolonya dolu halde aşina olmadığı bir küvette bırakır. genç ruh uçar gider bir kaç saatliğine. hep yabancıdır. bedeni yabancıdır sanki ona en az etrafındakiler kadar. onları tanıdığı kadar tanır bedenini. belki daha da az. kendi gözlerine bakamaz, kendi sesini duyamaz ne de olsa ve kendiyle sevişemez. öyleyse genç kendini neredeyse hiç tanımaz zaten.

Kasım 28, 2010

Kadın saçlarını dökmedi bugun omuzlarına, sımsıkı topluydular kafasında. Ağzını da açmadı hemen hiç. Tek bir şey yapmak geldi o da uzak bir yerlere gitmek. Uzandı olduğu yere. Temiz ya da pis olmasını hiç umursamadı, sadece uzandı olduğu yere ve birkaç saniye geçmeden çok uzaklardaydı. İnsanlar sorular sormuyordu, yorum yapmıyordu. Hatta burada insanlar kendi arasında da konuşmuyordu. Ne güzel yer diye düşündü kadın.

Kasım 26, 2010

Kadın


Kadın kapıyı açtı. İçeride tuhaf bir koku vardı. Gözleri bile rahatsız oldu kokudan ve çok geçmeden kapanıverdiler. Sonra her şey, herkes güzelleşti. Artık kadınların ve adamların teni pürüzsüzdü. Kokuları delirtiyordu. Herkes birbirine gülümsüyordu. Güneş yakıyordu burnunu. Kıpkırmızı oluverdi beş on dakika içinde minik burnu. Yürüdü kadın güneşin altında. Her adımda unuttu pis kokuyu. Düşündükçe unuttu. Hafifledi. Hafif bir rüzgar esti. Ve yağmur. Yanan burnunu serinletti yağmur. Yürüdü kadın.

Kasım 20, 2010

Yol metni

Uzundu kolları, otobüsün bir ucundan diğerine ulaşabiliyordu. Yol gibi uzun kollar. Vay canına! Daha büyüleyici, daha şaşırtıcı ne olabilir? Bu bir büyü olmalıydı, doğal olması mümkün değildi. Ince uzun kollar. Her işi başarabilirler. Bardakları, özellikle de kadehleri kusursuz taşırlar. Oturduğu yerden uzatıp kolunu sigarasını alıverir ağzından şoförün. Içerde çocuklar ve adamlar var. Daha kibar ve düşünceli gerekmiyor mu soförün? Çocuk gibi adamlar var içerde. Duman yayılıyor her tarafa, burunlara özellikle. Bütün burunlar tıklım tıklım duman. Herkesin tepkisi farklı dumana. Içime çektim ben önce, ama sonra uzun kolu düşündüm. Öyle bir kolum olsa, birkaç metrecik uzatsam kolumu alıversem sigarayı, bir nefes çekip iade etsem geri. Ne kötülük var bunda?

Birisi şarkı söylemeye başlıyor bir anda, hiç sormadan hangi şarkıyı duymak istediğimizi. Hepimiz gülümseyerek dinliyoruz bu terbiyesizi. Nasıl sormaz bize? Oysa aklımdaydı isteyeceğim sarkı. Aklımdan çıkamadı ya hep orda kalacak artık, ben mahvoldum. Nasıl da yorulacak aklım bundan sonra. Benim istediğimi söyleseydi alkışlayarak, kahkahalar atarak dinlerdim onu belki. O da daha mutlu olurdu o zaman.

Insanlar istediklerimi yaparsa çok mutlu olabilirler aslında. Ben mutlu olursam herkes mutlu olmaz mı? Kesinlikle olur.

Otobüs duruyor ıssız bir yolda. Inmemi istiyorlar, "olmaz" diyorum. "Şimdi değil daha yazmak istiyorum." Öyle iyiler ki kabul ediyorlar. Ama annem ve babam hala otoogardaymış. Öyle duydum. Benim arkamdan öyle çok ağlamışlar ki gözleri kurumuş. E gözleri kuruyunca da babam nasıl araba kullansın. Gidememişler eve. Yarın su götüreceklermiş babam ve annemin gözlerine. Gözleri yıkanınca her şey pırıl pırıl olacak onlar için. İyi ki bindim otobüse, yoksa gözleri kurumayacaktı ve yıkanmayacaktı şimdiden. Pırıldamayacaktı her şey. Iyi ki bu toz kokan otobüsteyim. Temiz havayı biraz daha sevmeye başlıyorum şimdi.

Kasım 12, 2010

Seninki kaç santim? - Greenpeace

Seninki kaç santim? - Greenpeace

Kibir


Adamlara geri dönmek gerekirse, adamların ağızları ve gözleri çok önemlidir. Gözlerden bakan ruhtur aslında. Ruhu görünmez mi sanırlar? Bu kadar mı bihaberler kendilerinden, anlayamam hiç. Bakışlarla ve ağız hareketleriyle açığa vurur ruh kendini, beden gibi küçücüktür mü sanırlar? Kibarlaştırdığınız sesinizi aşar, gösterir kendini ruhunuz. Sizin önünüzden yürür, sizden önce farkedilir. Bazen sırf bedeniniz için bir şeyler yaparsınız ve ruhunuz üzülür, büzülür, küçülür. Yine de görünmez değildir ama sizin arkanızda kalır. Bu yüzden de yok sayarsınız onu. Ruh büzülür, siz büyürsünüz. Dengeler bozulur! Eyvah, artık gittikçe büyümeye başlarsınız!

Kasım 02, 2010

Tecavüzün Komiği

YILDIRIM TÜRKER (Arşivi)-Radikal

Geçen hafta 15 yaşındaki Havva, babasının kuzenleri tarafından tecavüze uğradığı için kendini astı. Yardım isteyebileceği, hayata tutunmak için elini uzatan kimsesi yoktu. Bir ahırda sonsuza dek sallanacak kimsesizliği.
Zara’da başı taşla ezilerek öldürülen 12 yaşındaki Nur’un küskün resminin, kendisini taciz eden babası tarafından öldürülmüş Emine’nin umutla bakan gözlerinin, binlerce binlerce tecavüz kurbanının bize kalan suretlerinin yanında asılı kalacak, onun sudan aydınlık gözleri.
Havva’ya bu dünyada bir yer bulamadık. Hepimizin boynunda, onun elleriyle hazırlamış olduğu ilmek. Hayatta kalanlar; 12 yaşındayken eşraftan onlarcasının tecavüzüne uğrayan Mardinli N., Bursa’da yedi kişinin ırzına geçtiği kız, Anadolu’nun her karışında sürü örgütlenmesiyle kız çocuklarına, kadınlara tecavüz sırasına giren dinibütün, ahlakıtam, kanısoylu erkeklerin saldırdıkları, birer gölge gibi geziniyor aramızda. Çoğunun tecavüzcüsü aklandı.
Adli Tıp raporunu bekleyemeyen hakimler tarafından salıverildiler. Çünkü bu topraklarda yaşayan bütün halkların en vahşi suç ortaklığıdır tecavüz.
Tecavüze uğrayan kadın, kendini dünyadan hoyratça sökülüp atılmış hisseder. Ne yargıdan ne aileden ne de devletten şefkat görecektir. Öncelikle kendisine potansiyel suçlu muamelesi reva görülür. Birbirlerine yılışarak el veren saygıdeğer aile babaları tarafından iştahla ırzına geçilmiş kız çocuklarının gönüllü olup olmadığı tartışılır. Bacak kadar kız çocuklarına kendi istekleriyle ‘birlikte olup’ olmadıkları sorulur. Artık toplumun başına dert olmuş yaratıklardır, tecavüze uğrayanlar. Tecavüz bir kez ortaya çıkmış, o kelime bir kez telaffuz edilmiştir ya, riya tuğlalarıyla örülmüş toplumsal hayatın dışına sürülürler. Karşılarına çıkan her kapı, onlara ölümün yegane çözüm olduğunu hissettirir. Rahatlıkla gözden çıkarılırlar.
Tecavüz burcundan bir türlü çıkamıyoruz. Şiddetin ve çaresizliğin her türünden gelecek duygusuna galebe çaldığı dönemlerin alarmı işte böyle işitilir. Çocuklara ve kadınlara yönelik saldırıların artmasıyla. Tecavüzün sıradanlaşması, kadın ve çocuğa yönelik şiddetin inanılmaz boyutlarda artması kıyamet alametlerindendir. Sunağa ilk yatırılanlar hep kadınlar ve çocuklar olur.

Şişme Fatmagül!
Sonuçlara göre cinsel saldırganların yüzde 43.4’ü tanıdık. Yüzde 13.2’si eski sevgili, yüzde 11.3’ü koca, yüzde 7.5’i biyolojik baba, yüzde 7.5’i de yakın erkek akraba. Mağdurların yüzde 18.9’u, 11 yaşın altında. Yüzde 69.8’iyse 18 yaşın altında. Bu memlekette çocuk sevgisinin ne anlama geldiği üstüne iyice bir düşünmeliyiz.
Tecavüz, gerek kanıtlanması güç olduğundan, gerekse kurbanların başlarına geleni anlatamamasından, herkesin bilip kimsenin engelleyemediği bir gerçeklik olarak suratımıza sırıtıyor.
Gözaltında cinsel taciz ve tecavüz olaylarının yakın zamana kadar sistematik bir sorgulama-aşağılama yöntemi olarak kullanıldığının kayıtları var. Yine onbinlerce kadın şu an bu konuda tanıklık yapabilir.
Güneydoğu’daki savaş süresince de tecavüzün ‘düşmana’ yönelik bir darbe olarak kullanıldığını biliyoruz.
2003 yılında yazdığım bir yazıdan dolayı başıma gelmedik kalmamıştı. Jandarma Genel Komutanlığı, bir kadına tecavüz etmek suçundan 405 personeline açılan bir dava üstüneydi yazdıklarım. Yazının adı, ‘Tecavüzcü sürüsü’ idi. Görmezden gelmeyi sürdürdüğümüz takdirde toplum olarak bir tecavüzcü sürüsüne dönüşeceğimizi vurgulamak için. Oysa basınımızın kimi militarizm bekçileri ve Genelkurmay benim bu başlığı ordu için kullandığım konusunda hemfikirdi. Ceza aldım. Çünkü ‘Türk askeri tecavüz etmez’di. Bana kalırsa, etse bile ona tecavüz denmezdi.
Şimdi ‘İster tecavüz eder, ister koynuna alır yatarsın’ sloganıyla çok satan bir gazetede tanıtılan “şişme Fatmagül” noktasına kadar gelmiş bulunuyoruz. Bir kanalda, “Fatmagül’ün Suçu ne?” dizisinin parodisi olarak karşımıza son derece kıyıcı bir gençler marifeti çıkıyor. En korkuncu, bir kadının tecavüze uğramasını bir futbol maçı olarak yansıtan dangalak oyuncu adaylarını salyalı kahkahalarla seyreden gençleri izlemiş olmaktı. Aralarında kızlar da olan gençler, tecavüzün, hem de bu ülkede, komik unsur olarak kullanılabilmesini onaylamakla kalmıyor, coşkulu katılımlarıyla bu toprakların gübresi bol kaçmış ürünleri olduklarını da gösteriyorlardı. Evet, bir kez daha çocuktan aldık haberi.
Bu memlekette tecavüz, abartılmaması gereken; askerimizin, polisimizin, komşumuzun, babamızın başvurduğu bir rahatlama yoludur. Erkeklerin koltukaltlarından doğru bakıldığında epeyi gülünç de bulunabilir.

Peki ya siz?
Yine soralım. Bu topraklarda her nesilden kaç milyon kadının tecavüze uğrayıp hayatta kalmak adına yaşadıklarını sineye çekerek bir başına yaralarını sarmaya çalıştığını hiç düşündünüz mü? Gecenin bir vakti kan ter içinde uyanıp kabuslarını yapayalnız yaşamak zorunda olan; çocuklarını, yakınlarını, en önemlisi hayatlarını korumak için uğramış oldukları bu en vahşi saldırıyı unutmaya çalışan ne kadar kadın var yanımızda yöremizde. Solcu diye, Kürt diye, yoksul diye, fahişe diye, kocasının karısı diye, onun yeğeni bunun baldızı diye ve daha bütün insanlık hallerini sıralasak onlar diye, her şeyden geçtim kadın diye, ‘kirletilmek’ fiiliyle peçelenmiş diye her gün kaç kadın tecavüze uğruyor diye düşünmüşlüğünüz var mı? Mutlaka vardır. Çünkü sokaklarda, eviçlerinde, hayatın her köşesinde kadın cinselliğini küfre emanet etmiş dolanıp duruyorsunuz. Ancak birbirinizin anasını avradını bacısını sıradan geçirdiğinizde rahatlayabiliyorsunuz. Sizden değil diye, BDP’li diye, solcu diye, fahişe diye, gülüp geçmeseniz bile içinizden sinsi bir ‘oh olmuş orospuya’ geçiyor çünkü. Kadınlardan nefret eden bu toplum tecavüzcülere çanak tutuyor. İkiyüzlülükle, korkaklıkla, alçakça susup görmezden gelerek. Kimileyin açıkça onaylayarak.
Peki neden her erkeğin anasına bacısına karısına küfredildiğinde bir cinayet makinesine döndüğünü, hele içkiliyse sel salya sümük, bağrını yumruklayıp ölüme koşar gibi yaptığını hâlâ anlayamadınız mı? Bu namus müsameresinde kadınına toz kondurmayan horoz kılığına bürünmek, saklanmanın en mübah yolu da ondan.

Ekim 18, 2010

Bir Ayrılık İç Konuşması


Benim hayatımı nasıl yaşadığım tamamen benle ilgilidir. Kimseye sormadan yaşamak isterim. Bugün Ali'yi öpmek isterim yarın Ayşe'yi. Kime ne canım?! Ben bugün sabaha kadar gezmek istemişim yarınsa 9'da uyumak; neden bir sebebim olsun, neden açıklama yapmam gereksin ki? Bugün ben seni görmek istemeyebilirim. Yarın öpmek istemeyebilirim. Belki de bundan sonra hiç görmek istemeyebilirim. Üzgünüm, anlamak zorundasın. Üzgün de değilim aslında. Biraz huzursuzum. Sen de bana sormak, söylemek zorunda değilsin. Beni öpmeyebilirsin de. Sakın huzursuz olma. Deneyelim mi biraz? Hı? Yoksa böyle iki yabancı halimizle en yakınmışız gibi yaşamaya devam mı edelim? Ya da gel biz hiç başımızı ağrıtmayalım. Arada bi öpüşelim kapansın bu konu.

Eylül 30, 2010

Sevince


Sevince her şey farklıdır, evet. Şarkı doğru söyler ama kaç gün kaç ay sürer bu farklılık? İnsanın hisleri günden güne nasıl değişir? Yoksa, yoksa sevdiğimiz bir insan değil de o insandaki herhangi bir şey midir? Tenine dokunmayı, sesini duymayı, sefkat gösterişini, size ya da dünyaya bakışını sevebilirsiniz bir insanın. Ama insanı baştan sona sever misiniz hiç? Hiçbirimiz sevdik mi birini tamamen, her şeyiyle. Hayalleri, davranışları, istekleri, dokunuşu, öpüşü, konuşması... Bir insanın her şeyini sevince her şey nasıl başka olur düşünebiliyor musunuz? Kendiniz kadar sevdiğiniz biri. Vay canına!

Eylül 27, 2010

FİLM EKİMİ

http://www.iksv.org/filmekimi_2010/Cizelge.asp


FİLM EKİMİ 8 EKİM'DE BAŞIYOR. İLGİLİLERİNE DUYRULUR!!

Eylül 25, 2010

anlayamam ki olanları

bir kaç gün önce ders programımı belirledim. hayatımda şok etkisi yaratacak şeyler de oldu. ben mutlu mesut şaşkın dolaşıyorum ortalıkta. ders programımdan çok memnunum. çok bayılarak aldım her dersi. advisor'um bir ders bırakmalısın çok ders almışsın dediğinde üzüldüm neyi çıkaracağımı şaşırdım. kurban ettim birini sonra belki add-drop'ta alabilirim diye umarak. dediğim gibi bütün derslerimi bayılarak aldım ama biliyorum ki yine bi çoğunun sonu hüsran olucak c'ler d'ler birbirini kovalıcak.

e hayat da böyle değil mi be güzelim. çok heveslenerek bişi yapmaya kalkarsın ama sonuç başarısız. halbuki neler ummuştun öncesinde. nooldu? nanayy. ellerin bomboş. boş bile değil. çirkin çirkin şeylerle dolu. atsan atılmaz satsan satılmaz. dersler de hayat gibi vallahi. ama ben bunu öğrenmeme rağmen ömrümün 21. okul hayatımınsa 21-5'inci yılında ben yine okul heyecanıyla doluyum. yeni başlanan aşk gibi sonunda kesin biri birini üzer ama yine de heyecanlı birşey işte. vazgeçmek çok zor.

Eylül 15, 2010

şaşkınlık

şaşkındır insancık. öyle yaşar durur dünya üzerinde. şaşar kalır ama yapar birşeyler. yapmadan duramaz. doğasında vardır, kurbandır. ne zaman şaşsa yapar birşey. durmak bilmez; susmak bilmez. pişmanlık da herkesi bulur. gün gelir an gelir ne yaptım ben diye sızlanır her insan. sızlanmam ben diyen varsa o alnı öpülesidir. ama bilmiyorum var mıdır hiç alnı ölülesi biri. pişmanlık bazen çok da rahatsız etmez, istedim işte der insancık. der hep. iyi de eder aslında. demezse insancık hiç olmaz.

Ağustos 28, 2010

tatil planı

1. gün
sabah erkenden eşyaları motora yükleyip yala çıkılacak.

öğlen saatlerinde eceabatta olunacak yol üzerinde bi ucuz ve bol çeşitli bir yerden Gizem'e palet şnorkel gözlük alınacak.

en güzel kamp yeri seçilecek ve çadır kurulacak.

akabinde hemen oltalar hazırlanacak ve en hevesli modda balık tutulmaya gidilecek, tutulan balıklar temizlenirken bir yandan ateş yakılacak veya daha evvelce yakılmış olcak, ızgaraya dizip balıklar pişirilecek.

Kaan veya Gizem'den biri en aslan parçası olanı "salatayı ben yaparım" diyecek közde pişmiş soğanlar patlıcanlar da pişerken salata yapılacak o sırada zaten her şey hazır olacak.

her neyse yemek yemeye gitmiyoruz. yemek yedikten sonra bakılacak etrafta neler var. kamp alanını tanımak gerek.

sonra da eğer hala hava uygunsa biraz denize girilecek.

ve sıra gelecek çadır önünde ateşimizin başında - belki Gizem bira içer Kaan nargilesini tüttürür - keyif çatmaya. deniz sesi çişimizi getirecek. sinekler her tarafımızı kaşındıran minik sevimsiz kırmızılıklar bırakacaklar. ama biz yine de eğleneceğiz.

Not diğer günler de benzer şekillerde geçer her halde. daha diğer günleri düşünmeye fırsat olmadı.

iste-me-mek

çok uykum var şu an. bu yüzden küçük büyük harflerle uğraşamayacağım. anormal hissiyatlar dolanıyor kafamda midemde bacaklarımda falan. isteksizlik isteği var içimde. istemesem istiyorum bazen. tanrım bunu istemesem güçlü olurum diyorum. mantığıma uymayanı yaptıran salak güç her neyse onu durdurabilirim bence eğer istersem. yani bunun içine gerçekten istememem ve istemediğim konusunda kendimden emin olmalıyım. ama istiyor insan be. saçma sapan da olsa insanın canı çekiyor.

Ağustos 04, 2010

Gogol Bordello - "Start Wearing Purple" Side One Dummy

javascript:void(0)

Bana lise günlerini hatırlatan neş'eli bir şarkı. odanızı/evinizi bu şarkıyla inletin/şenlendirin!

dostlar, kendimize gelelim biraz




masallardaki güzel ve iyi kızların gerçek olmadığını ve onlar gibi yaşamaya çalışarak mutlu olamayacağımızın herhalde hepimiz farkındayız artık.

dış güçlerin etkisiyle aşınan (zamanında aldığımız coğrafya derslerinin öğrettiği gibi) gerçek dünyada yaşıyoruz hepimiz. kimimiz zayıf kimimiz şişman, kimimiz karga burunlu kimimiz fındık burunluyuz. bazılarımızın da bacakları çarpık ya da boyları kısa. hatta bu çirkin olanlar en iyiler bile olabilir. sadece masallarda yani çirkinlik ve kötülük orantısı. orantısız bir dünya burası.

masallardaki gibi hep beklenen mutlu sonla karşılaşmayabiliriz. çok umutlu olduğumuz bir anda berbat şeyler yaşayabiliriz. zamanla nasırlaşırız. öyle pamuk falan değiliz, baya taşlaşmış bile olabiliriz. yaşadıkça tepkisizleşiriz. prenslere kanmayız hemen. tamam, beğenebiliriz ama ayılıp bayılmayız ve öptürmeyiz de kendimizi hemen.

zaten cadının elmasın da asla yemeyiz; çünkü tanımadığımız kişilerden ambalajlı şekerleri bile almaya korkarız. insanlara pek güvenmeyiz biz buralarda.

ha bir de cücelere de değinmeden edemeyeceğim bu kadar işin içine girmişken. cüceleri de pek sevimli bulmayız biz. normal olmayan her şeye karşıyızdır. cücelerle kanka falan olmayız. ama buralarda da karşılaşılabilecek bir sahne olduğunu da belirtmeliyim. bizim normal kategorimizin dışındakiler aramızda yaşayamazlar pek ve 7 cüce gibi kendi aralarında takılırlar biz normallere bulaşmadan.

güzel kadın


az önce okuduğum bir yazıya göre erkekler güzel bir kadın gördüklerinde bir kaç dakika aptal oluyorlarmış. test etmek içinse güzel bir kadınla aynı ortamda bir adama bir iş yaptırmışlar ve adam harbiden aptala bağlayıp konsantrasyon sorunu yaşamış.

ama kadınlar böle bir şey yaşamıyorlarmış. karşılarındaki erkek ne kadar yakışıklı olursa olsun akılları başlarından gitmeden yaptıkları işe devam edebiliyorlarmış.


Ağustos 03, 2010

beklemece


beklersin birçok kadın gibi. ilk ay problem yoktur her şey olması gerektiği gibi devam eder. sonra bir ay geçer o gelmez. gerginlik başlar. her şeye sinirlenmeye, herkese kızmaya başlarsın elinde olmadan. her ayrıntıyı fark eder en küçük hataları bile büyütmeye başlarsın.

zaman geçer. iki ay olmuştur. ne zaman geleceğini bilemeden beklemeye devam edersin. hiç bilmeden. sadece beklersin. aslında bir yandan alışmışsındır da yokluğuna. hatta belki kendini avutmak için böyle daha mutlu daha rahat olduğunu bile söyleyebilirsin. oysa onsuz olmaz işte. en azından şimdi değil henüz ihtiyacın var ona. gelmeli... beklersin geleceği günü sürekli hissetmeye çalışırsın en ufak hareketlenmeyi.ama yoktur işte.

ve hiç beklemediğin ve ilgilenmediğin anda oradadır işte. külotta kan. sonunda regl.

Temmuz 28, 2010

The Tudors



Tarihi sevdiren dizi. Şiddetle tavsiye ederim. İngiltere ve İrlanda Kralı Henry VIII'den bahsediyor. Henüz çok fazla izlemediğim için çok yorum yapamayacağım ama iki yıldır okulda öğrendiklerimin çoğunu gördüm. Thomas More, Anne Boleyn ve daha bir sürü İngiltere tarihinden ve edebiyatından bildiğimiz kişiler de dizide yer alıyor. Henüz o kadar izlemedim ama sanırım Elizabeth I'i de göreceğiz çünkü kendisi Henry VIII ve Anne Boleyn'in kızı.

Temmuz 27, 2010

Ferzan Özpetek'in Serseri Mayınlar'ı




Ferzan Özpetek çok aşina olduğum bir yönetmen değilse de çok övülen filmi Serseri Mayınlar (Mine Vaganti) izlemeden edemediğim bir film oldu. Aslında bir eşcinsel filmi olduğunu düşünerek izlemeye başlamama rağmen, çok geçmeden bu filmin ilişkiler üzerine bir film olduğu hissine kapıldım.

İçinden gelen hayat ve uygun görülen hayat arasında sıkışmış insanları izliyoruz filmde. Hayatı gönlünce yaşamak bir yana hislerini açığa vurmak bile ne kadar zor bir kez daha anlıyoruz. Nitekim hepimiz benzer durumlarla karşılaşıyoruz. Gayet masum hislerimizi bile kendimize saklıyoruz. Ve bunu bir tercih olarak değil başka şansımız olmadığından yapıyoruz.


Filmde olanlardan örnekler vermek istemiyorum. Tamamının sürpriz olması daha keyifli olacaktır herhalde. En temel haliyle film, istediğimiz hayatı yaşamak için bir şeylerden vazgeçmemiz gerektiği ve mutlu olmak için de buna cesaret etmek zorunda olduğumuzu anlatır.

Film üzerine bir kaç tane de link vermek istiyorum:

http://www.eksisozluk.com/show.asp?t=mine%20vaganti
http://www.minevaganti.net/mine.html

Şimdiden iyi seyirler herkese!

Temmuz 24, 2010

Lisa Hannigan

Huzur ve enerjiyi aynı yerde mi arıyorsunuz? O zaman lafı uzatmayıp size Lisa Hannigan'ı tavsiye ediyorum. Bir link'le de işinizi kolaylaştırıyorum. Güle güle dinleyin=)

Not: Link'e başlığa tıklayarak ulaşabiliriz sanıyorum.

Temmuz 23, 2010

I am a Cyborg but Thats OK!


http://www.imdb.com/title/tt0497137/

Geçtiğimiz günlerde okulun bahçesinde kurulan açık hava sinemasında izlediğim güzel film. herkese tavsiye ederim.

Modern dünyanın insanlar üzerine etkisi çok çarpıcı bir şekilde anlatılıyor. İnsanlar yok olma korkusunu bile yaşıyorlar filmi yapanlara göre ki insanların yok olmamak için suç işlediklerini görüyoruz. Aslında herkes önemsenmek istiyor başka bir şey değil. Biz önemsememeye devam ediyoruz, çabalar artmaya... Filmde insanların bazen onu görmediğini sanan bir akıl hastası var. Bu izleyiciye modern dünyanın insanları hissizleştirdiğini, makinalaştırdığını hatırlatıyor. Dünyaya tepkisizleşen insanların kendisinin farkında olmadığını düşünüyor karakter.

Bu akıl hastanesinde insanlar aslında toplumdan uzak yaşıyor gibi gözükseler de bağlarını tam olarak koparmış değiller. Ancak bu toplumun biraz kısıtlayıcı yönü olduğunu düşünmeden edemiyoruz. Çünkü, sayborg olduğunu düşünen karakter çok sevdiği büyük annesini hayalinde halata bağlı olarak görüyor. Topluma bağımlı bir karakter büyükanne. Oysa akıl hastanesinde insanlar oldukça özgürler. Ve topluma bağlı olan bu kişilerin her istenenin söylenmemesi gerektiğini düşündüğü açık bir şekilde dile getiriliyor.

İşte I am a Cyborg but That's OK! böyle bir film. Romantizm de içerdiğini belirtmekte fayda görüyorum bunların dışında. Herkese farklı şeyler hissettirebilecek bir film. Ve aynı zamanda çağa da ayak uyduruyor.

Bu arada film bir Güney Kore filmi. Türüne romantik komedi diyenler olmuş ama bence daha fazlası... İzleyip siz karar verin.

Temmuz 21, 2010

bay bay

hiç hayatınızı uzaktan izlediniz mi? öyle kendine uzaktan bakmaktan söz etmiyorum. böyle bildiğin napıyorum lan ben dediğiniz anlar.

kendinizden uzaklaşmışsınız ve başkalarını mutlu ediyorsunuz sadece. ruhunuz uzaktayken kendinize ulaşamıyorsunuz ama insanların tek ihtiyacı ilgi ve görüntü olduğundan onlar hep ulaşırlar size. farkına varmazlar genellikle ruhunuzun uzaklara yol aldığını. farkında olsalar da çaktırmazlar. rahat olun...

yaşadınız mı siz de böyle anlar?

kendi kendinize heyy ben buradayım. ne işin var o insanlarla gel bi çay falan içelim, olmadı kadeh tokuşturalım dediniz mi?

umarım hayır, ne saçmalıyorsun diyorsunuzdur..

neyse sevgiler, saygılar.

Temmuz 13, 2010

Albert Camus ve Yabancı'sı


Albert Camus, Yabancı'da, kendine bir anlamda dışarıdan bakan bir insandan söz ediyor. Bu insanın soy adından ötesine geçemiyor, ismini öğrenemiyoruz. Bu ayrıntı Camus'nun aslında herkesin bu insan gibi olduğunu söylemek istediğini düşündürüyor. Aslında herkesin bu "absürd" felsefeye malzeme olabileceği düşüncesi hiç de absürd bir durum değil. Hepimiz zamanın hızına yetişemeyerek tökezliyoruz. Bazen ayakkabılarımız aşınıyor yetişmeye çalışırken ve canımız yanıyor, zamanla nasırlaşıyor ve hissizleşiyoruz. Aslında bu kitapta anlatılanlar hiç de gerçek dışı değil.

Camus insanların hayatlarının kontrolüne sahip olmadığını düşünüyor olsa gerek ki hepimiz bir şekilde yaşıyor olmamıza rağmen bunun bile bizim seçimimiz olmadığını farkettiriyor.

Karakter olaylar geliştikçe kendine ve hayatına öyle yabancılaşıyor ki şu sözler geçiyor aklından: "Benim davamı beni işe karıştırmadan çözümlüyor gibiydiler sanki. Her şey, benim araya girmeme kalmadan geçip gidiyordu. Düşüncemi sormadan kaderimi karar altına alıyorlardı.

Karakterin içinden bazen tepki göstermek gelse de, daha sonra, hayat ve yaşananlar ilgisini çekmediği için gerek duymuyor. Diğerleri hiç durmadan konuşurken o zamana yetişemiyor. Tepkisizleşiyor her zaman ilgisini çeken Maria'ya karşı bile. Karakterin zamanla aşınmasına apaçık tanık oluyoruz. Biz onun hayatına girmeden önce başka kişilere ya da şeylere karşı hissizleşmiş olan karakter gözlerimizin önünde daha da yabancı haline geliyor. Her satırda daha az tanıyoruz onu.

Camus ayrıca insanların insanları nasıl da ötekileştirdiğini ve eleştirdiğini çok açık bir dille anlatıyor. Yargıç mahkeme sırasında toplumdan, herkesten farklı olmakla suçluyor adeta karakteri. Annesinin ölümüne üzülmemesini suçmuş gibi yüzüne vuruyor. Toplumun temel kurallarına saygı göstermediğini ve tepki vermekten yoksun olduğunu ilan ederek suçluyor onu. Herkes gibi olmayanı toplumda nasıl dışladığımızı en gerçek haliyle, çok da dolambaçlı olmayan bir halde gösteriyor bize.

Kitabı böylesine etkileyici yapan aslında çok gerçekçi olduğu. Belki de kabullenmek istemediğimiz makinalaştığımız gerçeğini yüzümüze vurduğu için rahatsız oluruz. Bu kadar doğal bir hikayenin, hayatın ve ilişkilerin saçmalığından söz etmesinden hoşlanmayız. Çünkü her sabah uyandığımızda genellikle çok da kafa yormadan aynı şeyleri yapmaya devam ederiz. Farklı olmak korkutur. Hatta bilmek bile korku verir. Bilinçsiz yaşamanın rahatlığı varken bu kitabın gerçekleri açık açık anlatması hiç hoş değil.

Temmuz 11, 2010

Adam3

Bazı adamlar vardır kalp kırar, can sıkar. Aslında her türlü adam böyledir ama karşı tarafla etkileşime geçince anlam bulur insanlar biraz da. Bahsettiğim adamların bazıları şanslıdır onlara katlanacak diğer adamları bulabilirler hayatlarında. O zaman sıkıntı yoktur aslında herkes halinden memnunsa konu üzerine düşünmeye çok da gerek yok.

Bir diğer şanslı grup da kendinin farkında olmayanlardır. Zaten bilinçli olmayan insanın kendini kötü hissetmesi gibi bir durum da söz konusu değildir aslında.

Bardak kıran çocuğun ve bardak kıran 30 yasında bir adamın hisleri farklıdır. Çocuk mutlu bile olur çıkardığı sesten. Garip şey. Nitekim bilinç önemlidir. Hayati bir parçamızdır hatta. Kalp kırdığını, can sıktığını kendiliğinden bilirse adam zamanla kalp kırıkları azalabilir.

 Konuyu bir yere bağlayacak da değilim aklıma geldi yazdım.

Temmuz 07, 2010

Adam2


adamın gözlerinin kıvrımındaydı heyecan. ruhu ateşledikçe kendini, artardı kıvrımlar. içini gösteren 8 10 çizgiden anlaşılan, pek de genç değildi. ama artan çizgiler gençleştirirdi adamı. o zaman bilirdi diğerleri; adamın ruhu hala içindeydi.

Adam1


Adamın oturuşundaydı hüznü. Ayaklarının kıvrılışı anlatıyordu, ele veriyordu tüm ruhunu.İnsanlığa yabancıydı ama hemen önünden geçenler üstün değildi ondan.


Oturuşu belli etti; farklıydı diğerlerinden.
Belki de diğerleri farklıydı ondan.

Temmuz 03, 2010

Yabancılaşma



İnternette karşılaştığım bu resim bence çok güzel anlatmış yabancılaşmayı. İnsanın kendine yabancılaşmasını apaçık gösteriyor. İnsanın içinde iki insan biri kendi isteklerine zevklerine sahipken diğeri kendine bir yabancıymış gibi bakıyor. İkisi de şaşkın. Bir kafada iki düşünce. Bir bedende iki ruh burun buruna. Kucaklaşamayacak kadar şaşkınlar. Belki de farkında bile değiller olan bitenin.