Aralık 22, 2011
Bu kez girer girmez, benim yanımdaki arkadaşımla konuşmaya başladılar. A aaaa! o nasıl gülüş? Dişleri de beyazmış hem. Nasıl içten gülüyor çocuk? Yüzme dersi alıyormuş. Geçen hafta gidememiş, "Paslandım herhalde." diyor. Çok su yutmuş. Sesi değişmiş resmen. Öyle diyor. Ben de suratımda şaşkınlıkla gülüyorum anlattıklarına. Yanımdaki arkadaşım "Ben bi çay koyayım." diyip çıkıyor. Onun da keyfini yerine getirdi beyaz çocuk. Her şeyi beyaz mı görüyordu acaba Saramago'nun Körlük kitabındaki gibi? Nasıl yerinde keyfi. Yüzmek nasıl rahatlatıcı ondan konuşuyoruz. Bir spor daha yapmak istiyormuş. Onu konuşuyoruz. Sen kimsin? Adın ne? Bu soruları sormuyor hiç. Anlatıyor, soruyor, gülüyor. Sonra çayımız olunca "Dersinizi sabote ettim zaten edeceğim kadar. Gelin bi de pizza yiyelim" diyor. Daha önce almışlar. Bitirememişler.
-Ben aç değilim amma siz yiyin. diyorum.
-Zaten fazla yok. 2 dilim falan sanırım. M... ben bu paketleri açamıyorum halletsene. diyor. M... o sırada çay doldurduğundan ben açıyorum. Baharat var elinde beyaz çocuğun. Elleri de bembeyaz, nasıl güzel. Ne olduğunu anlayamadığını görünce, "Baharat. İçinde bi kaç çeşit baharat var." diyorum. Açıyor, dikkatle pizzaların üstüne serpiyor. "Otursana yanımıza sen de yahu" deyip, koşup bi sandalye getiriyorum. Elleriyle bir yoklayıp oturuyor. Bembeyaz gözleri, sürekli gülen suratı... Yiyip içiyoruz. Pizzayı kaldırıyoruz. İçinde çok fazla var çünkü. Bitiremiyorlar. M... hepimize birer çay daha dolduruyor. Beyaz çocuk masasına gidecek. M.. bana uzatıyor bardağı, "Bunu versene ona." Bir elimde çay, diğer elimle elini tutuyorum beyaz çocuğun, "Çayın burda bak, al." "Masadan alayım. Öyle daha iyi oluyor"
Biraz daha ders çalışıp çıkıp gidiyorum ordan. Çıkarken de aynadan saçlarımı düzeltiyorum. Saat çok geç olmuş. Yorulmuşum zaten. Ruh gibi yürüyüveriyorum kendi yurduma doğru.
Aralık 21, 2011
Gözlerin titremiyor hiç. Uyuma numarası yapmıyorsun, hakkaten uyuyorsun belli. Peki bu aklımdan geçenleri duyabiliyor musun?
Ah öyle bir anda kolunu atıverme üstüme. Uyandırdım sandım.
Neyse, ne diyordum? Duyabili... Duyuyorsun tabii! Sarılmandan daha güzel ne anlatabilirdi bunu? Duyuyorsun değil mi kafamdan geçen her şeyi? Seninle ilgili düşündüğüm, hissettiğim her şeyden haberdarsın. Seviyorum seni ve sen de bunu seviyorsun. Sevişiyoruz yani biz. Sen uyuyorsun; ben yalnızca gözlerimi hareket ettirebiliyorum, bu sarıp sarmaladığın kanepenin üstünde. Bakışlarımı yüzüne diktim. Gözlerimin de pek hareket ettiği söylenemez anlayacağın. Neyse, sen uyuyorsun; ben böyle hareketsizim ve biz sevişiyoruz deliler gibi. Hiç bitmeyecek gibi. Bu kanepeden hiç kalkmayacak ve bu odadan hiç çıkmayacakmış gibi. Senin gözlerin hiç titremeyecek ve benim bacağımın acısı hiç geçmeyecekmiş gibi. Çişim de gelmiş, pek fena. Ne zaman uyanırsın acaba?
Aralık 20, 2011
Aralık 07, 2011
hayallerim
Aklımdan geçenleri durdurabilecek bir güç yok neyseki. İnsanlar nelerle meşgul umursamadan hayallerime gülümsüyorum. Ne insanların baskısı ne yönlendirmeleri var hayallerimde. Teker teker seviyorum hepsini. Hiç kimse göremiyor, yorumlarıyla keyif bozamıyor ya daha da seviyorum onları.
Kasım 25, 2011
Karşılaşmak
Sonra bir anda gözüm birine takılıyor. Görünce hemen tanıyorum. Yılı geçkin bir süre hemen her günü beraber geçirdiğimiz eski sevgilim. Birbirimizle hemen her şeyi paylaşırdık. Sürekli el ele, kucak kucağaydık. En yakın arkadaşıydım onun. Taksiye biniveriyor, hiç tanışmıyormuşuz gibi. Birbirimizi hiç daha önce görmemişiz gibi. O kadar şey hiç yaşanmamış gibi.
Onun yanında benim tanımadığım insanlar, benim yanımda onun tanımadığı insanlar. Birbirimize tamamen yabancı olmuşuz. Sokaktan geçen herhangi insandan biri olmuşuz. Ne garip..
Kasım 22, 2011
Kasım 20, 2011
romantik şeyler
Kasım 09, 2011
profiterol
Kasım 01, 2011
Eylül 18, 2011
Körlük - José Saramajo
Anlatıcı dışarıdan bakan üçüncü göz. Karakterlerin bildiğinden çok fazlasını bilmiyor. Yalnızca herkesin hislerini ve bildiklerini toplayıp bize anlattığından çok şey biliyormuş gibi hissettiriyor. Dili duyduğu bir olayı anlatıyormuş gibi. Gözümüzde büyüttüğümüz şeylerin değerlerinden ödün vermeyerek onların aslında ne kadar basit olduğunu hissettiriyor; fakat egomuz ve insanlık zayıflığımız olduğundan şüphelendiğim bir nedenle bu şeylerin varlığına şükrederken buluyoruz kendimizi. Yani kitap kafa karıştırmak için biçilmiş kaftan.
Anlatılanlar için bir yanımız olacak iş değil derken diğer yanımız ama zaten durum böyle demekten alamıyor kendini. İste bu da Saramago'nun metafor kullanım yeteneği olsa gerek! Dediği ile demek istediğinin insanı aptala çeviren iç içeliği!
Gözümüzde büyüttüklerimizi öyle olduğu gibi anlatıyor ki zihnimize akıl almaz oyunlar oynuyor; bilinçaltımızla bilinç üstümüzü çatıştırıyor. "Hay allah!" deyip kafamızı kaşıyarak çaktırmadan okumaya devam ediyoruz. Gururumuzla oynuyor ve bizi geleneklerin sınırları içinde sıkıştırıyor. Her şey ortada. Biz ve -miş gibi yapmalarımız. Hep buradayız.
_____________________________________
1998 Nobel Edebiyat ödüllü José Saramago romanı 1995'te yazmıştır.
Eylül 17, 2011
bunu yazmasam olmazdı.
1) 10 gr vazelin, 30 gr lanolin ve 25 gr kırlangıç otu özünü bir tencereye koyup, içinde su kaynamakta olan başka bir tencerenin üstüne oturtarak, buharın sıcaklığıyla erimesini (benmari usulü) bekleyin.
2) Eriyince, 15 gr nişasta ekleyin, karıştırın, soğuyunca maske halinde yüzünüze sürüp, 8 saat sonra sıcak suyla yıkayın. Biraz uzun sürmekle birlikte oldukça etkili bir sistemdir. ''
Deneyen varsa yazsa ya sonucu..
Eylül 16, 2011
Ben çok severim. Öyle çok severim ki hep övünmüşümdür güzel sevişimle. Aslında sevmek dememek lazım benim hissime. Aşık olmak daha uygun sanki benim içimden geçenleri anlatmak için. Öyle ki bazı insanların hislerimi hafife alacağı kadar çok insana aşık olmuşumdur.
Kendimi özel hissetmeme sebep olan şey aşık olduğum hiç kimse için aradan zaman geçse de kötü şeyler geçmez. Onlara aşık olmaya hep devam ederim. Aşık olduklarımdan kaçı güzel aşık olmayı böylesine becerebilmiştir ki açıp bu yazımı okumaya kalkar, kaçı onlar için ne hissettiğimi bilme güzelliğine ulaşır bilemiyorum. Düşünebiliyor musunuz ki bu okuduklarınız sizin için yazılmış? Bir insan sizi böylesine sevmiş. Aranızda geçenler sizin için en son yaşanmış kötü olaylar tarafından bastırılmışsa da onun için bu son olaylar hiç denecek kadar önemsizmiş ve hatırası olanlar yalnızca güzel günler, gülen yüzermiş.
Birilerini böyle çok sevmiş olmak artık kimsenin sevilmeyeceği anlamına gelmiyor elbette. Öyle olsa bu hikayeler böyle güzel böyle kalabalık olabilir miydi? Bir insanın kanının kaynadığı zamanları çeşit çeşit başka başka insanlara hissettiği duygularla doldurması bana kalırsa çok güzeldir. Hatta en güzeldir.
Ben yıllar, uzun yıllar önce –belki annemle babamın birbirini sevdiği kadar uzun yıllar değilse de benim 22 yıllık ömrüm için uzun- birini çok sevmiştim. Öyle içten, öyle güzeldi ki sevgimiz birbirimizin elini tutunca içimiz titrerdi. İlk kez böyle bir elektrik yayıyordu ellerimiz. İnsanlar bizi el ele görünce korkardık anlamsızca. İlk öpücüğümüz de birbirimizeydi. Ben bir basamak aşağıdaydım. Vedalaşacakken her akşamki gibi dudaklarımız birbirine değivermişti. İçimizdeki titreşim konuşmamıza da daha uzun süre bir arada olmamıza da izin vermemişti. Oracıktan ayrılıvermiştik. Hala da çok severiz birbirimizi. Hiç pişmanlık hissetmedik birbirimizi sevdiğimize.
Zaman geçti aramıza kasıtlı ama isteksiz mesafeler girdi. Artık sevgili değildik ama bir zaman sonra iyi arkadaş olacaktık. Bundan hiç haberdar değildik. Aradan neredeyse on yıl geçse de karşılıklı biralarımızı tokuşturup yeni sevgililerimizi anlatmaktan rahatsızlık duymayacağımızı hiç bilmiyorduk o zamanlar.
Bu yaklaşık on yıl içinde ben bir başkasına aşık oldum. Mektuplar yazdık. Bir araya gelişimiz biraz zor olmuştu ama ayrılmamız kadar değildi. Şiirler şarkılar bizi heyecanlandırsa da bir araya gelmemiz uzun zaman almıştı. Birlikte hayallerimize kavuşmuş, çok heyecanlar yaşamıştık. Hep bir arada olsak da birbirimize anlatacaklarımız hiç bitmezdi. Ne sıkıntılara göğüs germiştik genç yaşlarımıza rağmen. Birbirimize dokunmaya kıyamaz ama tenlerimizi buluşturmadan da edemezdik.
Yıllar geçti yine. Onunla pek o kadar arkadaş kalamadık. Anladım ki onunla çok müthiş sevgili olmamıza rağmen arkadaş olarak seçeceğim bir insan değildi aslında.
Sonra dünya tatlısı biriyle birbirimize aşık olduk. Aşkımız karşılıklıydı. O bana beğendiği yazıları okurdu. Sesiyle erir giderdim. İçime işlerdi adeta sesinin güzelliği, dudaklarının hareketleri. Çok severdim onu dinlemeyi, onunla dertleşmeyi. Çok zaman geçti. Hala da bayılırım onunla sohbet etmeye.
Çok kırıldık birbirimizden ayrı kalabilmek için. Yine de onunla da önce ayrı kaldık sonra dertleşmelerimizi hiç kesmedik. Kedisi doğurdu aradan nice aşklar nice yıllar geçtikten sonra. Kedilerinin annesi ben babası oydu yine de. Onunla birlikte de keyfimiz yerindeydi.
Sonra bir gün tek başıma Eminönü’nden Kabataş’a doğru yürürken türlü olayların ardından tanıştığım bir başka kişiye aşık oldum. Kolay olmadı aşkımızı açık açık yaşamamız. Birbirimizi öpmeyi çok sevdik. Fakat ben onu öpmeye aşık oldum bir süre sonra. Onu öpmek kalbimi deliler gibi çarpmaya başladı. Öptüğümü düşünmek bile başımı döndürdü. Birlikte hayaller kurduk. Bir kısmını gerçekleştirdik onunla da. Çok güzel zamanlar geçirdik. Sırtındaki çillerin hepsini tek tek öptüm. Parmaklarını tek tek öptüm. Saçlarını öptüm. Hayatın durağanlığını da yaşadık birlikte, en hızlı halini de gördük. Kendime o da görüyor mu tüm bunları da diye sormadan edemedim.
Zaman geçti o da bitti. Özledim, ağladım. Başkalarının da ardından ağladığımı hatırladım ve hayatıma devam ettim. Zaman geçti bir başkası için de ağladım. Hem de birlikte neredeyse hiçbir şey yaşamadığımız biri için. Gözyaşlarımı silecek insanlar buldum bazen. Bazen de kimse olmadı. Ama değişmeyen tek şey ağlamamdı.
Benim başımı döndüren, muhtemelen ona hiçbir şey hissettirmeyen o öpücük aylar boyu başımı döndürmeye devam etti. Aşk acılarımı severek devam ettim hissetmeye. Önce ona olan aşkımla devam ettim sonra başkaları için büyüttüm hislerimi.
Daha sonra dans ederken aşık oldum birine. Yine sanki bir daha asla böyle hissedemezmişim gibi aşık oldum. Sanki en güzel ten, en güzel bakış, en güzel ses onunmuş gibi aşık oldum. Bakmaya doyamadım. Sesini her duyduğumda yanına koşmak istedim. Tüm sorumluluklarımı bırakıp onu görmek, ona sarılmak, aşkla yüzüne bakmak istedim.
Zaman bana bunun da mümkün olmayacağını gösterdi. Hala zamana inanmamaya çalışıyorum. Zaman beni şaşırtsın istiyorum. İstediğim kadar öpebilmek, istediğim kadar sevebilmek istiyorum. İnsanların, aşık olduğum kişinin, zamanın, toplumun engelleyemediği sevgimi hiç bastırmadan, hiç ertelemeden ortalıkta koşturmak istiyorum; yıllardır hep yaptığım gibi.
Ağustos 16, 2011
Kendini dinlemenin huzuru
müş olmadıklarına, tıpkı yoğunluktan arayamadığımız görüşemediğimiz sevdiklerimizi aylar yıllar sonra tekrar görmüşüz gibi, sanki hep yanımızdaymış gibi hislere kapılırız.
Temmuz 21, 2011
Kuver
Ofisten arkadaşımın eline geçen bir restoranın menulerinin hepsinde KUVER diye bir şey vardı. Bu nedir acaba diye birbirimize sorduk fakat bir sonuç çıkmadı. bunun bir ekmek veya bir çorba olabileceğini düşündük. Google'lamaya devam ettik ve çok alakasız bir şey olduğunu öğrendik. Küver meğersem, restoranlarda servis (peçete, tuz, limon, karabiber vs.) ve bunun karşılığında alınan para demek oluyormuş.
Daha bilirkişi ağzıyla tanım şu; Ekmek tabağı ve bazen servis tabağı, çatal, kaşık, bıçak takımları, özel yemek takımları, bardaklar, menaj takımları ve peçetelerin düzenli bir şekilde, her konuk için hazırlanmış şekline kuver denir. A la Carte Kuver, Table d Hote Kuver, Ziyafet/Banket Kuveri, Bufe Kuveri olmak üzere farklı çeşitleri vardır.
Bi günlükvari yazı da benden olsun o halde
Bugün -yine- uyuyakalıp işe vaktinde gidemedim. Şaşırtıcı bir şekilde, bir sürü iş yaptığım halde vaktinde de her şeyimi bitirdim. Fulltime çalışmaya mı alıştım yoksa hiç geç çıkasım olmadığından çok mu aceleyle yaptım her şeyi bilmiyorum.
Temmuz 20, 2011
dut ağacı
Uzaklardan geçen bir uçak gibi gelir bazen sevinçler. Işıkları yanıp söndükçe senin de içindeki çocuk çok sevdiği dut ağacına çıkar korkusuzca. Dallarından sarkar hep yaptığı gibi –eskiden. Dutları hızla atar ağzına. Bazılarının üstünden o kötü tadı veren böcek geçmiştir. Neye benzediğini hiç bilmediği o böceğin tadını bozduğu dutlar gelince ağzına yüzünü ekşitir. Tükürmez ama ağzından kötü tatlı dutu. Onu da öyle sever. Onu yutarken yeni dutlar koparıp atar ağzına.
Fakat ağaçtan bağımsız sevmediği o diğer böcek ağacı ondan daha çok sahiplenmişse, arası açılır çocuğun ağaçla. Zamanla ağaca çıkarken tedirgin olmaya başlar. Eskisi gibi dallarını kucaklayamaz ağacın. Çocuğun suçu mudur bu? Hiç değil. Sevmiyorsa sevmez işte. Ağaç değildir aslında sevmediği. Belki biraz zoruna gitmiştir o ağacı böyle severken ağacın o sevilmeyen böceğe kucak açması. Ağacın bu hali bir yandan daha da sevdirir çocuğa ağacı ama uzaktan bir aşka dönüşür artık aralarındaki.
Temmuz 15, 2011
Bakın nasıl güze bir şey var burda. Doğuştan queer bir kelebekçik. Ne dişi ne erkek. İki cinsin de güzelliğini taşıyor kanatlarında, antenlerinde. O ööyle uçuşuyor, biz de dünyanın her yerinden onu izleyip kıskanıyoruz. Son günleriymiş herhalde artık. Güle güle uçsun.
fotoğrafı da hakkında bilgiyi de şurdan buldum: http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2011/07/110713_he_she_butterfly.shtml
Temmuz 14, 2011
Fark
Böyle bir laf etti çok sevdiğim biri benim için. Nasıl hissetmem gerektiğine karar veremedim, aval aval baktım. Sonra gülümsemeyi seçtim. Hoşuma gitti herhalde farklı olmak. Farklı olmayı mı severiz biz hep? Kimseye benzememek çok mu güzel bir şey?
Temmuz 12, 2011
Bregoviç ve sevgilim
Dünyanın nefesinin ellerin devinimleriyle birleşmesi dünyanın çok uzak bir yerlerinden gelip balkonumu dolduruyordu. Yumuşak yumuşak çalıyordu Bregovic çalgısını. Balkonla birlikte zaten çiçek açmış olan ruhumu da dolduruyordu. Ara sıra hızlanıyor, sonra tekrar yavaşlıyordu ve ellerimden tutmuş beni dans ettiriyordu sanki her tınısı müziğin. Balkonda elimde kahvem ve sigaramla, ayağımı yakan güneşle dans ediyordum. Gözlerimin önünde sevgilimin yüzü vardı. Dans devam ettikçe gülen ağzı geliyordu gözlerimin önüne; sonra sırayla güzel dişleri. Başımı kaldırıyorum ve pırıl pırıl gözlerini görüyorum. İçim açılıyor. Güneşin yaktığı ayağımı unutuyorum. Kahvem içimi serinleten bir içkiye dönüşüveriyor. İçimdeki çiçeklerin de yüzü gülüyor.
ters/düz
Bir an önce sabah olsun diye heyecanlandığımız için uyuyamayız ya bazen işte öyle bir gece bu gece de. Uyuyamadıkça sabah daha da uzaklaşır. Oysa uyuyuversek ne olduğunu anlamadan sabah da oluverecek. Her ne için heyecanlanıyorsak, o şeyin/işin/kişinin kucağında buluvereceğiz kendimizi. Fakat olmaz işte. Her nerdeyse o uyku, kimin gözlerindeyse gelip bizim gözlerimizi bulmaz. Heyecanlı heyecanlı yarının hayaliyle/planlarıyla geceyi uzattıkça uzatırız. Gece uzadıkça da yavaşlar zaman, bazen durduğunu bile sanabiliriz. Aşığa kavuşma günüyse yarın, onun gözleri, dudakları canlanır gözümüzün önünde. Uyumak için gözlerimizi yumarız, sevgiliye sarılıp, onun kokusunu içimize çekerek küçük küçük öptüğümüzü görürüz. Oysa kısa bir boşluk ve ardından gelen uykudur sevgilinin kokusunu gerçekten içimize çekmek için gereken. İzin vermez heyecan. Açar gözlerimizi karanlığın ortasına. Karanlık oda sevgilin güzel yüzüyle dolar taşar. Sonra kalkar bir müzik açarız ve odada kendi kendimize dans ederiz. Onunla dans ediyormuş gibi, ellerimiz sevgiliyi sarmış gibi yapıp döneriz odanın içinde. Belki sevgiliyle hiç yapılmamıştır ve yapılmayacaktır o dans ama o an için sizin dansınızdır o.
Bir de sabah olmasın diye uyumak istemediğimiz geceler vardır. Hakikaten de uyumayız ama sabah olacak olan her neyse sabaha kadar sabah olmuş ve olan olmuş gibi hissederiz acıyı. Uyusak kabuslar görmekten korkarız, uyanık kalsak sabahı düşünüp kahrolmaktan korkarız. Böyle gecelerde hep korkarız ve kendimize/korkumuza inat en üzücü şarkıları dinleriz. Dinledikçe acımızı daha da derinleştiririz. Acılar derinleştikçe de tüm şarkılar bize yazılmaya başlar. Her kelimede kendimizi bulur daha sıkarız dişlerimizi. Hayır, yarın onu son göreceğimiz gün olmamalıdır. Fakat öyledir işte. Yarın sonudur onunla ilgili her şeyin; tüm sarılıp uyumaların, onun kokusunun, teninin güzelliğinin, bize bir şeyler anlatırkenki heyecanını izlemenin… Sonudur yarın ve son konuşmayı yapmak için de olsa onu bir kez daha göreceğimize sevinecek kadar umutsuz haldeyizdir. İçimizde koca bir duman bulutuyla kıvranırız yatakta. Nefes almamızı zorlaştırır bulut. Sabah olmasın, diye dualar ederken tanrıya lanet ederiz diğer taraftan.
Ve bu iki paragraftan hangisinin sonra yazıldığı önemli aslında. Hemen hepimiz çok iyi tanırız bu iki duyguyu da. Haksızsam söyleyin.
Romantik şeyler
Gözleri derinleri görüyordu, bizlerin görmediklerini, çok içerileri. Her nefes alışında kızgınlık ve gösterişle içine çekiyordu sigarasının dumanını. Görenler tütün yerine bir şeyleri, hoş olmayan bir şeyleri yaktığını hemen anlayabilirdi. O güzel gözleri nasıl olup da öyle sert bakıyordu dünyaya? Hayret!
Oysa istediği ya da iyi hissettiği zaman hisleri çıkıveriyordu gözlerinden ve karşısındakinin hislerine sarılıyordu. Karşısındakinin hislerini öpüp kokluyordu ve tanıyordu onu. Seviyordu yumuşak yumuşak fakat derin derin. Karşısındakinin tüm sevgi ihtiyacını karşılayacak kadar derin. Gözleri öyle güzel bakıyordu ki, karşısındaki, dünya üzerinde başka hiçbir şeyi görmek istemiyordu. Her şey sıradan geliyordu gözlerinin anlattığı hikayelerden sonra. Sevmenin ne olduğunu bir bakışta anlatan bu kadına sarılmak kadar huzur veren ne olabilirdi ki?
Temmuz 05, 2011
Ne diyordum? Evet, şiir yazdım bugün. Pek de tatlı bir şiir oldu. Sizinle de paylaşayım dedim. Tadını çıkarın:)
Yok sandımdı oysa ki.
Çiçekler açtı içimde,
Ayça yüzüme gülünce.
Yere göğe sığmadım,
Itırları kokladım.
Çekti beni kendine,
Onun güzel sesine,
Kim sus diyebile.
Severdi o taşı, kuşu,
Elinden gelirdi her işi,
Verirdi sevgisini herkese ama,
İtirazı vardı mime lama,
Yerleşmişti kalbime,
Ortadaydı ne hissettimse,
Ruslara benzerdi kendisi,
Umrumda mıydı nereli?
Mutlu mesut yaşayalım neş'eli.
:)bitti.
Haziran 19, 2011
Vücutlarımız birlikte hareket ediyordu. Gözlerimiz iç içeydi. Kulaklarımızı aynı sesler dolduruyordu. Koskoca dünyada onca insan varken bir elim onun elini tutuyordu. Diğer elimse belindeydi. İncecikti beli. Kolları şekilli ve sesi hafif çatallaşmıştı.
Gülüyordu.
Bazen ağzını açarak gülüyordu ve böyle dişlerini göstererek gülünce içindeki çocuğu gösteriyordu bize. Bir taraftan da ağzının etrafında çizgiler oluşuyor ve o kadar da çocuk değilim, farkına varın diyordu. O gülünce gülümsüyordum ben de elimde olmadan.
Bazense dudaklarını birbirine kenetleyip gülüyordu. Ben böyle anlatınca size anlamsız geliyor belki ama o öyle gülünce ağzından öpüp, elini daha sıkı tutmak ve diğer elimle de onu belinden kendime doğru biraz daha çekmek istiyordum. Kendimi bu istediklerimi yapmamak için ikna etmek hiç öyle kolay olmadı. İkna olmaya çalıştıkça gözlerini de öpmek istedim, ellerini de. Yavaş yavaş orada değilmişim hissine kapıldım.
Seni öpmemek ne kadar zor, dedim. Bana doğru uzandı yanağımdan öptü beni. İlk kez bu kadar yaklaşmıştı. Böylece kokusunu içime çekme fırsatım oldu. Bir anlık sürede içime doldurdum bütün kokusunu. Hepsini bitirmiş olabileceğimden de korktum biraz.
Beni öptüğü zaman saçları alnıma sürüldü. Alnım da ezberledi saçlarını. Kısa ve dağınık saçlarını ara sıra eliyle düzeltiyordu. Bunu yaparken yine öpmek istiyordum onu.
Bacaklarına, omzuna, avuçlarına dokunmak istiyordum. Ben dokunurken ağzını açmadan gülümseyerek bana baksaydı. Cesur olduğunu bakışlarını çekmemesinden anlıyordum. Oysa ben cesur olamamıştım. Belki de öpmeme engel olamam diye korkuyordum. Olabilir.